18 Ekim 2011 Salı

İsveç ile ilgili bilinmesi gereken 10 şey

Bugun İsveç gazetesinde gördüm 20 maddelik bir liste, İsveç'e taşınmadan önce bilinmesi gereken 20 şey diyordu bende benim için önemli olan ilk 10 maddeyi belirledim.
1-Yolda herkese ingilizce birsey sorabilirsin
Gelmeden önce de herkesin ingilizce bildiğini duymuştum ama bu kadar da beklemiyodum gerçekten, herkes ingilizce biliyor burda, çünkü TV kanallari bile surekli altyazılı. Türkiye ile bir farkini daha buldum buranin. Türkiye'de surekli yabanci yarismalar Turkiye'ye uyarlaniyor ve taklit maklit iyi kötu demeden onlar yayinlaniyor, burda orjinalini veriyolar isveççe altyazili olarak, filmlere dublaj yapmiyolar, bizim cnbc-e gibi bircok kanallari var. Burdaki Isvecli arkadaslarimda herkesin ingilizce bilmesini buna bagliyorlarmış zaten, herkesin bi kulak dolgunlugu var yani, Mesela gecen gun markette tarcin ariyorum, tarcinin ingilizcesini sordum bi kadina bilmez heralde ama sansimi deniyim diye,aaa bizim Kanel dedi pitir pitir buldu valla ve sizinle ingilizce konusmaktan zevk aliyolar, gazeteye göre onlarda ingilizce pratik yapmis olduklari icin mutlu oluyorlarmis.

2-Alisverisini saat 5'ten önce yapmis ol (tabi yapabilirsen)
Geldigimden beri bundan sikayet ediyorum çünkü ne zaman bi yere işim düşse onun kapali saatine denk geliyorum ama genel olarak oğrendim ki saat 4e kadar istediğini bulabilirsin, pazar günüde 2den sonra çıkma bile dışarı gerek yok, bikaç kebapçi dışında açık biyer bulabileceğini sanmiyorum. Genelde özel şirketlerdeki çalisanlarda  5'te çiktiğindan saat 9'a kadar açık olan marketlerde 17.00-18.30 arasinda yoğunluk olacağindan bahsediyor gazete. Kalabalıkla savaşmak zorunda kalabilirsiniz diyor. bu da isveççe kasada önünde üç kisi olabilir demek buyuk ihtimalle.. kalabalik mi? Sizi Eminönü'ne davet ediyorum.

3-Bebek arabası iten İsveçli Babalar
Bende birtek benim dikkatimi çekti zannediyordum, meğerse İsveçlilerinde farkında oldukları ve önem verdikleri bi konuymuş ki bunu da listeye koymuşlar. Geldiğimden beri hep babaların kucağında minicik bebekler görüyorum, erkek erkeğe buluşuyorlar  yanlarında bebekler de var. Nasıl hoşuma gitti, haftasonları kiliseye babalar getiriyo çocuklarını, parkta babalar. Gazeteye görede kadın ve erkeğin eşit olduğu lider ülkelerden biriymiş meğerse İsveç, evdeki işlerinide kendileri yapıyormuş ve işte aradığım cevap! Doğum sonrası burda bebek izni 480 günmüş anne ve baba bunu bölüşerek işlerinden izin alabiliyormuş. Dur ya 480 gün ne? bende diyorum niye heryer hamile dolu. Yani 240 günde  baba izinli olduğu için demekki baba ilgileniyormuş çocuğuyla.

4-Çoğu dükkanın kapalı olduğu Temmuz ayı
Ne? Temmuzda burda değildim ama gazeteye göre çalışanların hakkı, temmuzda herkes 4-6 hafta arası iznini kullanıyor ve doğal olarak (?) dükkanlar kapanıyor. Ve şöyle bir not düşmüşler ki işte tamda İsveç'i anlatıyor "İsveçliler çalışmak için yaşamazlar, hayatlarını yaşamak için çalışırlar" ve sağlıklı hayat-çalışma dengesini sağlayarak da yaşam kalitesini arttırdıkları inancındalar. Canlarım bayıldım size. 

Zeten ne iş olsa yaparım ben burda, heryer istediği saatte açıp, istediği saatte kapadığı için, sabah koşuya gidip sonra gelip çalışıp, sonra arada arkadaşlarıyla buluşup sonra yine açtıklarını düşünüyorum. Ama çok çalışkanlar, her çalışan mı güler yüzlü olur ya, kasiyere bişey soruyosun, bırakıyo işini gücünü, buluyo ne istiyorsan, bide üstüne gülümsüyor. Çünkü burda çalışan insana saygı var. Mesela çim biçme makinası kullananlar, ya da çöp arabasındaki şöförler ve çöpçüler, yada inşaatta çalışanlarların hepsinde kulaklık var ses onlara zarar vermesin diye.

Kim dediyse kuzey insanı soğuk olur diye, kesinlikle bundan sonra karşısında beni bulur :) Hem sıcakkanlı, hem güleryüzlüler, işte nedenmiş baksana adamların çalışma şartlarına.

5-Eğitim bedava
Şuan master sınıfındayım ve buraya Erasmusla gelen az kişi var aslında sınıfta, hepsi kendisi araştırmış ve master için gelmiş. Üniversite bedava, mesela liseden mezun olduktan sonra direk buraya gelen arkadaşlar da var, Bu yıla kadar herkese bedavaymış ama 2011'den itibaren sadece Avrupa Birliği üye ülkelerinin öğrencilerine, İsveç ve İsviçre'deki öğrencilere bedavaymış. Onun dışındakilere bir akademik yıl 80.000-140.000 SEK ücretli artık.
Okulda birçok Hintli ve Pakistanlı öğrenci var, Şehir planlama ve mimarlıkta yok, genelde bilgisayar ve mühendislik bölümlerinde okuyorlar ve İsveçliler biraz bu durumdan rahatsız olmaya başlamışlar çünkü nasıl bi ağları varsa bedava olduğunu duyan gelmiş, eşini dostunu getirmiş ve uyum sağlamaktan ziyade kendi dünyalarını yaratmaya çalışmışlar burda. Gerçekten fakirlikten gelmişler ve buranın hayat şartlarına ayak uydurmak çok zor onun içinde bikaç kişi aynı odalarda kalıyorlar, beraber yemekler yapıyorlar, ve ne koyuyolarsa o yemeklere her seferinde kaldıkları evin olduğu koridorları uzun bir süre kokutuyorlar. Tabi diğer öğrencileri rahatsız ediyor bunlar. Bunu önlemek içinde artık AB üyesi olmayanlar alınmıyor okula, Türkiye AB'ye üye devletlerden biri olduğu için Erasmustan da faydalanabiliyor, kendi de başvurabiliyor.

6-Suyun bedava olduğu ülke
Musluktan kana kana su içebilirsin, kaynaktan geliyor gibi güzel ve duru evet o bedava ama onun dışında su faturası da ödenmiyor burda. Ne kadar mantıklı , Allahın suyu değil mi canım, doya doya kullanıyolar işte, kime neyin faturasını veriyoruz ki hakkatten?

7-Kot giyen işadamları
Eğer yabancı işadamlarıyla toplantınız yoksa burda herkes uzun kollu gömlek ve kotla çalışabilirmiş. Genelde herkesin tarzı casual, günlük, salaş, kızlarda hep tayt üstü bol thirtler, uzun kazaklar, erkeklerde de rengarenk pantolonlar ve kotlar.

8-Plastik poşetini atma
Marketlerde poşetlerin türk parasıyla 1tl'ye satılmasının bir amacı var aslında, kar elde etmek falan değil, o poşetlerin atılmasını önlemek ve geri dönüşüme destek olmak. Dünyadaki en eco-dostu ülke olduklarını da övünerek söylüyorlar tabiki. Benim kaldığım apartmanda ortak mutfağımız var ve apartmanda benim dışımda bütün öğrenciler İsveçli hepsi de erkek, o mutfakta herşeyin mi ayrı çöpü olur, o çocuklar her içtikleri içki şişesini sarhoş olsalar bile diğer cam şişelerin yanına nasıl diziyolar anlamış değilim ama hepsi ayrı ayrı çöpe atılıyor ve günün belli saatlerinde sadece camları, sadece metalleri ve diğerlerini toplamak için ayrı çöp arabaları geliyor. Dünyadaki ekolojik dengenin ayakta kalması için ellerinden geleni yapıyorlar yani.

9-Systembolaget
İsveç'e gelen biri bu adı yüzlerce kez duyuyor. Systembolaget kaçta kapanıyor, bugün Systembolaget'e uğrayan varmı, Systembolagette karşılaştık zaten... gibi günlük dile yerleşmiş bir isim.
Systembolaget; İsveç'te içkinin satılmasının izin verildiği tek yer. Marketlerde sadece bira satılıyor ve onunda alkol oranının %2.5'tan fazla olmasına izin verilmiyor. Systembolagetler İsveç'in her şehrinde köyünde kasabasında var ve yüzlerce çeşit içkiyi bulabildiğin bir içki marketi, İsveçlilerin gece hayatlarına daha önce de değinmiştim, her cuma ve her cumartesi gece 1'e kadar evlerde toplanıp içki içildiği için onun öncesinde hazırlık aşamasında perşembe,cuma günü Systembolaget insanların buluşma noktası. Gazeteye göre de İsveç nüfusu 9 milyon ama sadece 2010 yılında bile Systembolaget'i 116 milyon kişi ziyaret etmiş.


10-Tam zamanında
Her şey tam zamanında, seninle ya da sensiz başlıyor çünkü zaten herkes tam zamanında geliyor. Kentsel tasarım sınıfının ders programı aynen şöyle  pazartesi derse başlama saati: 09.23, salı: 10.38 :) Otobüsler tam zamanında geliyor, trenler tam zamanında geçiyor, hocalar tam zamanında girip tam zamanında çıkıyor ama o ders asla erken bitmiyor, tam zamanına kadar bir şekilde dengeliyorlar ve sürekli saate bakıyorlar.

Benden 10 temel kural bunlar, eminim daha öğreneceğim kaç 10 kural vardır burda. Devamı gelecek...









17 Ekim 2011 Pazartesi

İskandinavya'nın ilk Rönesans köyü Kristianopel'den Kalmar'a sahil turu

Bu sefer uzun bir sahil turu, arabayla bi uçtan bir uca.. Kristianopel köyünden Kalmar şehrine... önceden Danimarka'ya ait olan bu köyü Kalmar savaşıyla  1611 yılında İsveçliler topraklarına alıyor ve Danimarka ordusu da şehri ve kilisesini yakıyor, daha sonrada saldırılar devam edince İsveç kralı burayı tehlikeli alan ilan edip, köyü tamamen boşaltıyor.

İskandinavya'nın ilk Rönesans köyü diye gittik ve orda sadece otlayan inekler gördük, bi de kocaman tabelaları koymuşlar heh burda bi kilise vardı, işte o ilk rönesans kilisesiydi, hmmm sanırım şu iki ineğin arasındaki yer, şurda da kocaman bi ev vardı o kadar güzeldi ki, o da şu otların arasında heralde diyerek köyü gezdik, tamam hakkını yemiyorum sonradan yine 1600lü yıllarda yapılmış diğer kilisesi ve yine yemyeşili, masmavi denizi ve yatlarıyla bildiğim isveç tadı verdi tabiki ama görmeye hele de o kadar yol gitmeye gerek yokmuş, tabi balıkçısının da kapalı olması (ahh nasıl unuttum bugün pazar ve saat 14.00'ı geçti) nedeniyle yolculuğumuza diğer benzer sahil yerleşmeleriyle devam ettik.Notnotnot: hala somon dışında balık yiyemedim, halbuki burda yılan balığı meşhurmuş,açık yakalasaydık yiyecektik.Hakkını yemiyelim adamlar 17.00'ye kadar açık tutmuş biz kaçırmışız, ah İsveç sana ayak uydurucam yakındır. Babam her aradığında "ahtapot yedin mi ahtapot ?" diyo ama ben "daha balık yüzü göremedim baba" diyorum "olur mu ya orası İsveç değilmi ahtapotlar sokaklarda" diyo. Zaten bigün yolda karşılaşırsam tuttuğum gibi yiyip babamı arıcam.

Sonra Kalmar'a geçtik.Kalmar'a daha önce de otobüsle gitmiştim, Kalmar Blekinge ilinde değil, Kalmar ilinde yani Karlskrona'dan otobüsle yaklaşık 1.30 saat, arabaylada 45 dakika giderek başka bi ile gitmiş oluyosun. Kalmar'da rastlanan taş devri dönemine ait mezar taşları burayı İskandinavya'nın en eski yerleşimi yapıyormuş. İsveç'in en önemli ticaret bölgelerinden de biriymiş, he Karlskrona'ya en yakın İKEA'da burda. Kalmar'a bayıldım, çok insan, alışveriş merkezi, çok mağaza, çok heykel ve çok güzel insanların olduğu bi yer benim için.

O gün yaşanan en güzel şey de yolda karşımıza ELK çıkmasıydı. İsveç'te her yerde geyik çıkabilir tabelası var meğerse gerçektende çıkabiliyomuş hemde şehirler arası yolda :)
 
bknz ELK : Yaşayan geyik türleri içinde en iri olanı.


Bizde yol boyunca acaba ELK çiftliğinemi gitsek diye konuşuyorduk, bunu diyen Alman arkadaşımız daha önce gidip Elkleri sevip sonrada onları yedikten sonra bize bu tavsiyede bulunduğu için ben vazgeçtim, nasıl yaaa çiftliğe bak, caniler bakın bunlar az sonra siz onları yemeden önce böle tatlı tatlı bakıyolardı diye mi gösteriyolar yani elkleri? Biz ona gidip onu yiyemeden o karşımıza çıktı ve nerdeyse o bizi yicekti. O nasıl büyük bir geyik ve nasıl hantal, zaten Wikipedia'da elkler için "Hantal ve yavaş olsa da ürktüğünde ya da kızdırıldığında şaşırtıcı biçimde hızlı ve saldırgan olabilmeleriyle ünlüdür" demiş iyki bunu daha önce görmedim görsem camı açıp eeeelk eeelk diye bağıramazdım dimi :)


6 Ekim 2011 Perşembe

A-lı-şa-ma-dım


Okuldaki kapıların ters yöne açılmasına
Derslerin tam dakikasında başlamasına
Hocaların bile çorap üstüne terlik giymesine
Karşıdan karşıya geçerken ışığa bakmadan her arabanın durmasına
Seni taaaaa uzaktan görse de durup geçmeni beklemesine
Otobüs şöförlerinin kadın olmasına,
Haftaiçi dışarı çıkarsan 12den sonra otobüs bulamayacağına
ama gece 3te çağırdığın taksinin de kadın olmasına ve gecenin o saatinde hala güzel ve güler yüzlü olmasına
Markette çalışan teyzeden sokaktaki amcaya kadar herkesin ingilizce bilmesine
Camının önünde bi abajur bi de çiçek olmazsa isveçli olamayacağına
Her dükkanın kendine has açılma kapanma saatlerine
Pazar günleri alışveriş yerlerinin kapalı olmasına
Gün içinde sürekli değişen havaya
Üstünü bi giyip bi çıkarmaya
Suyu musluktan içmeye
Hamurişlerinin sadece tatlı olmasına, pastanelerde bile bi nebileyim tuzlu kuru pasta,poğça olmamasına
Tuzlu yemeklerin üzerine ahududu reçeli koymalarına
Biberin bi tane satılmasına
Bir salatalığın 10 kişiye yetecek büyüklükte olmasına
Maydonozu, naneyi saksıda satmalarına
Turkish yoghurt dışında yoğurtların kutuda ve ayranla yoğurt arası bi kıvamda satılmasına
İçki alıyosan kimlik sormalarına
Marketlerde poşetlerin paralı olmasına
İnsanların yanlarında poşet getirmelerine
Barların 1de dolmaya başlamasına ve sürekli üzerine bi sarhoş İsveçlinin devrilmesine alışamadım, alışamadım, alışırsam söylerim

2 Ekim 2011 Pazar

Hadi ama düş yakamdan!

Bana Karlskrona güvenli demesinler, ben geldiğimden beri böyle zulüm görmedim, İstanbul kalabalık, yorucu, pis, kirli olabilir hatta hala Avrupa Birliğine kabul bile edilmeyebilir, sokaklarında yankesiciler, ara sokaklarda tacizciler, kaldırımlarda dilenciler de olabilir, her gün evini sımsıkı kapasan da bacadan birileri girebilir ama buraya da burası Avrupa, kapılarımız açık uyuyoruz vallahi, cüzdanını cafede unutsan üç gün sonra aynı masada bulursun, içeri bile götürmezler demesinler! Evet Bugün bisikletim çalındı! Geldiğimde de demişlerdi zaten, burda hiçbir şey çalınmaz, bisikletler dışında, hatta bisikleti aldığım adama ülkeme dönerken size geri getirebilir miyim dediğimde, çalıntı bisiklet riski olduğu için ikinci el almıyoruz demişti. Ama bu kadarda çabuk beklemiyordum


Zaten bisiklet hikayemde pek şanslı başlamadı, herkesen geç geldiğim için bisiklet bulamadım, öyle ilk hafta dolandım avare bulurum diye, sonra merkezde bisikletçiye sordum sadece bi tane var o da 900SEK dedi, bende ya kaçarsa, zaten bitane varmış dediğim gibi aldım (bknz: 900sek: 250tl) sonra kime söylesem neee o fiyata burda araba alınır naptın sen dediler, o an gözümden düştü zaten bisiklet, sonra onda birsürü kusur buldum, mesela park ederken açılan o şey vary o çok gevşekti, kullanırken pedala çarpıyordu, sonra dağ bisikleti olduğu için lastikleri kalındı ve bisiklet park alanları ona göre yapılmamıştı,sol freni de biraz az mı tutuyo du ne? derken sonra benim taşınma olaylarım çıktı, ve o an ona çok bağlandım, çünkü bi arabanın bagajına ne koyuyosam onunla taşıyabildim, sağ tarafına yorganları, sol tarafına market poşetlerimi asınca acayip dengede gidiyodum, resmen onun sayesinde iki kere taşındım, yeni tuttuğum evde ona güvendim, bisikletle okul tam 12 dakka dedim sevindim, zaten yakında kar gelicek binemiceksin dediler, olsun ben binerim karda da o dağ bisikleti dedim.

Kısaca onu sevmiştim
Dün ilk defa ona ihanet ettim ve elimde bavullarım olduğu için otobüsle döndüm yeni evime, onu baya işlek biyere park ettim, Bergosa tren istasyonuna, bugün artık aliyim dedim ki yerinde yok.

ve İsveçteki bir ayın hasılatına bakalım
kolumu abajur lambasıyla yaktım şuan kolum 1.derece yanık ve hergün sargısını değiştiriyorum, bacağım enfeksiyon kaptı ona krem sürüyorum, tahtakurusu kabusundan daha dün kurtuldum ve şimdi Karlskrona'nın en pahalı iknci el bisikletini çaldırdım.

ooo God! sence de fazla olmadı mı?