30 Eylül 2011 Cuma

ingilizcede 30 gun, 720 saat

Bugun isvece gelisimin 1.ayi, son durumlari veriyorum



English
Listening: derste not so bad, koridorda good
Speaking derste soo baad, koridorda good
Writing: copy paste forewer





İlk hafta insanda bi özguven oluyor bole herkesle bi muhabbet falan, tabi konu basit nerelisin,aa neresinden,daha once hic gitmedim nasil guzelmi oo bi bakmissin baya konusuosun, yolda soruyosun suraya nasil gidebilirimde bilmemne, emlakcida zaten rahatsin soledigin sey ev ariyorum hmm oraya bakabilirim fln,bi anda hersey guzel,baska ulkedesin,turklerle cok takilmicam kararlari veriyosun,ama hayat suprizlerle dolu ve sen plan yaparken yine hayat pispis guluyor.

sonra ikinci hafta siniftaki herkes birbirini tanimis oluyor ve ulkendeki ayrintilari merak ediyorlar ve sorular cogu zaman calismadigin yerlerden geliyor mesela bana oruç tutmanın nasıl birşey olduğunu sordular ve suan sadece sunu biliyorlar hmm gece sabaha karsi kalkiyosun yemek yiyosun sonra bidaha aksama kadar yemek yemeyip dua ediosun.. ?? zaten onlarda baya sasirdilar bu cevaba:)  napiyim hazirliksiz yakalandm, ama simdi sor,bak sor neler anlatirim

Sonra gun gectikce isler zorlasiyor hocalar Avrupa birligi konusunda surekli Turkiye`yi soruyor,hergun ders oldugunu ve dersin adininda Avrupa Birliginin Perspektifi oldugunu dusunursek yasam burda yasanilmaz bir hal aliyor... birak ingilizcesini ben burda surekli turkce makaleler okuyorum once,t am bir aydir avrupa birligi konusunda uzman oldum, ama suan al beni insanlarin arasina koy bi garip bisey oldu baktim buseferde sadece AB konusu hakkinda teklemeden konusabiliyorum ama nerelisin derken takiliyorum,herkesin ingilizce bilmesi beni gerdi, o ozguven kendini önce korkuya sonra yavas yavas bosveeermeye sonrada rahatlamaya birakti

Bisey farkettimki bazi uzmanlik alanlarim var ingilizcede, biri de bedbugslar,yani tahtakurulari, bayaa sey anlatabiliyorum,neden evden tasindik, neden tam 6 saat boyunca butun camasirlarimizi yikayip kizgin kurutuculara attik,bedbugs nedir,ondan nasil kurtulunur hepsini anlatirim su gibi
Ama nereli oldugumu sorsunlar bi dururum.

Sonraki uzmanlik alanim hastaliklar,geldigimden beri talihsizlik birakmadi pesimi, okulda en cok ugradigim yer "nurse room" resmen ingilizcemi hemsireyle gelistirdim, bu ne isirigidir,tahtakurusuyla kene arasindaki farklar nelerdir hepsini anlatirim, bu haftada kolumu abajurun lambasiyla yakmam ve yanigin hergun baska sekiller alip sismesi,morarmasi,acilmasiyla bununlada ilgili saglam bilgilerim oldu, mesela yaniga buz koymicakmissin normal su altinda tam 20dakika bekleticekmissin, kremi sadece yanik yeniyken surebilirmissin ve sonra mutlaka orayi sargiyla kapatnaliymissin,suan sargili kolumla student helpin dedigi gibi cok cool geziyorum, herkes ooo noldu dio ve ben uzmanlik alanimi gene konusturuyorum ama sonra ee istanbulun neresinden demesinler die cool cool yanlarindan ayrilip baskalarina anlatmaya devam ediyorum

student hepten bir arkadas nezaman beni gorse ve nasil gidio isvec dese ters ters bakip ya kolumu, ya bocek isiriklarimi yada bocek kabusundan uyuyamadigim icin dagilmis saclarimi gosteriyorum, o da her gordugunde isvec hakkinda izlenimlerimi sormaya devam ediyordu ki bugun isvec`ten donerken eminim burasi icin iyi seyler yazmayacaksin bize dedi bende kitap yazicam bu konuda dedim sonrada zaten suan blog yaziyorum ordada sikayet ediyorum isveci, ama turkce deyince o da google translate kullanarak okuyacagini soledi, hi piotr :) google translate iyi cevirmiyordur eminim, baya akici bi dille yaziyordum oysaki:) oysaki mi? Bunu nasil cevireceksim bakalim google translate:)

21 Eylül 2011 Çarşamba

Kırmızııı beyaaaz en büyük Karlskronaspor

Karlskrona Buz hokeyi maçına gittim, ve ben bu oyuna ba-yıl-dım. İsveç zaten hokeyde iddialı bir ülkeymiş ve Karlskrona hockeyklubbs
Telenor Arena’da yapılıyor maçlar, merkeze 10 dakika mesafede, ben de çok fanatikmişim gibi ilk maçlarından izlemeye gittim, ilk maçı olduğu için de baya görkemli bi açılış yaptılar, zaten hokey başlı başına güzel bir spor, kıyafetleri, renkleri, oyuncuların hareketleri, kavgalarıyla tam izlenesi bir spor.
Oyun hakkında hiçbir bilgim yok, altı tane Fransız arkadaşla gittim, onlar da hokeyi benden iyi biliyolar ama kurallara onlarda Fransızlar , biliyorum kötü bi espriydiJ  O lala eşliğinde hokey izledim yani, ama en azından oyunun 3 devrede oynandığını, her devrenin 20 dakika oldugunu, devreler arasindada 10-15 dakika ara verildigini o aralarda yenilip icildigini ogrendim
Arenada ne yenir? Bu Isvecliler surekli sosisli yiyolar, barbeque party deyip toplanip sosislileri ekmek arasina koyup yiyolar burda da tabiki sosislide kuyruk var, bi de kroppkakor dedikleri, tanesi 10SEK, olan Isvec’in ozellikle guney kisminin geleneksel yemeginde kuyruk vardi, o  da bizim icli koftenin aynisi, haslama olarak veriyolar, ama tam verirken uzerine tuzlu bir krema ve yabanmersini recelinide koyunca o tatli tuzlu enteresan bisey oluyo, ben tabiki aldim ama yiyemedim, hmm simdi yazarken neymis o diye baktim da, sogan, domut eti ve domuz yagi ile tutsulenmis patates yuvarlamaymis kendisi ,  o-oo ama ben burda elimde google translatelemi gezicem hep.
Devre arasinda bunu alip oyuna donersek, Oyunda 6 kisi oynuyo ama her takimda 20 kisi var bekliyolar yedek klubesinde, hmm aslinda pek bekliyolar denilmez, surekli birileri yedek klubesinden atliyo, ama surekli yer degistiriyolar, o hizla kim karar veriyo, isteyen mi oyuna giriyo onu cozemedim.
Oyunda surekli bi siddet var, ve surekli seyirci uyanik tutuluyor, mesela kavga mi cikti hemen kavga muzigi gibi bir muzik veriliyor, gol atildiysa hemen neseli muzik, gol yendiyse agir muzik, baya eglenmek icin gitsen olur yani, surekli oyuncular sopalarla yumruklarla birbirlerine vuruyolar, bide birbirlerini  gum diye sahanin kenarlarina itiyolar, gayet alisilmis bi durum hemen rambo muzigi caliyor, hakem usulca geliyor cezali kimi gorduyse onu tutup pateniyle uzaklara goturuyo ve takimi bi sure cezali olarak 5 kisi oynuyo

Benim simdilik hokeyden anladigim budur yani
Bundan sonra daha sıkı takipcinim Karlskrona hockeyklubb

Karlshamn’a gidildi, tik

Bakmayın sürekli ders çalışıyo gibi yaptığıma, hafta içleri çalışıp hafta sonları geziyorum burda, İngilizcem çok iyi olsaydı zaten oflaya puflaya da çalışmazdım gül gibi geçinip giderdim ama şimdi biraz daha iyiyim, gelelim Karlsham gezisine
Karlshamn, Karlskrona’ya trenle 45 dakika uzaklıkta yine kral Karl tarafından 1666 yılında kurulan, Karl’ın limanı anlamına gelen bir kent. Karlsham bana çok huzur verdi, hem Karlskrona gibi şehirleşmiş bir kent, hem de Ronneby gibi sahil kasabası havasında.
İsveç’in genel özelliğini unutup Pazar günü öğleden sonra orda olduk biz, alışmışız İstanbul’da ki Pazar gezmelerine, İstanbul’da trafik vardır şimdi çok kalabalıktır diye gitmediğimiz yerler vardır pazarları hani heh işte burda tam tersi, kimse yoktur her yer kapalıdır diye gitmiyorsun biryere. tabi Pazar günleri dükkanların hepsi 14.00’den sonra kapaniyorlar ve o upuzun istiklal caddesi gibi olan caddeye sadece markete gidecek olanlar, yada evinden beş dakika için çıkmış olanlar ya da yanlışlıkla orda bulunanlar dışında kimseyi görmüyorsunuz. İsveç’in genel özelliği bu, sürekli bi siesta halindeler, Cuma erken kapıyolar, cumartesi Pazar zaten yoklar, okulda önemli bir belge için attığınız maile ya da emlakçıyla yazışmanda sana zaten genelde şöyle bir cevap geliyor “tatilde olduğum için geç cevap verebiliyorum” siz zaten normal de de tatilde değil miydiniz? Öğrenci işleri bile 3’te kapanır mı, hatta bazen 1’de kapanıyor. Gününü bileceksin. Aslında bu benim hoşuma gitti, her dükkan kapısına asmış şu günler şu saatte açığım diye, mesela bizim mahallemizde bir second handcimiz var, ”Pingstkyrkans”  kocaman bir alan ama pazartesi 12-17 arası açık, Salı günü 17-18 arası açık, cumartesi de 9.30-13.30. O kadar, hafta bitti. Gördüğünüz üzere baya kendi ferlerine karar veriyolar ve kapıya asıyorlar ve sen de öğrenmiş oluyosun bi süre sonra, onlara göre hareket etmeye başlıyosun, bugün cumartesi ve saat tam olarak 12, neden ikinci el dükkanına gitmiyorum diyosun, biz fark etmeden dedik ondan biliyorum.
Karlshamda ne yenir? Pazar günü gittiysen bir Arap kebabçı var ona gideceksin, adamlar aynı Türk mantığı işte, herkes kapalıyken o açık, adı da“Siesta”J  tabi Siesta bitek onun işine yarıyor. Orda pizza yedik biz, gayet de güzeldi, Pizzalar 50SEKten başlıyor, normal bir yemek 70, 80SEK’e geliyor, İsveçte yediğim en ucuz şeylerden biri bu, mesela Karlskrona’da  Stars and Stripes’da yemeklerin en ucuzu ki o da hamburger oluyor kendisi 160SEK’ten başlıyor yani türk parasına çevirirsek 45tl. Zaten en ucuz hamburgerde McDonaldsta var o da 25tl. Birayı da burda en ucuz 15tl’ye içtiğimi söyliyim. Notnotnot: bu para birimleri tamamen Erasmusla buraya gelecek olanlara hazırlık için verilmektedir, yoksa beni bilirsiniz cimri değilimdir J
Pizzacıda Türk biriyle karşılaştık, meydanda dondurmacısı varmış, havalar soğukken de İzmir’e gidiyomuş, cok özendim adama neyse bize İsveç’le ilgili çok önemli ayrıntılar verdi, mesela meydanda yerde bir taş anıt varmış 18. yy’da burda iki Türk, İsveçli bir kız için birbirlerini öldürmüşler, Deli Mustafa taşıymış o taşta, İsveç meydanına bıraktığımız Türk eseri de bu iste
Kilisesi, Pazar günü kapalı müzeleri, resim gibi rengarenk evleri, huzurlu sahili ve sahilindeki birsürü kuğusuyla beni benden aldın, hafta içi yeniden gelicem zaten sana Karlshamn.

17 Eylül 2011 Cumartesi

Blekinge Technology of Institute dedikleri

BTH çok güzel bi okul, o kadar ince detaylar var ki insanı okula bağlayan, bende okul yapsam tam da onları yapardım içine diyorum bazen.
Mesela kütüphanesi rengarenk, insanın çalışası gelir mi ya? ders çıkışlarında bi uğruyosun zaten o kadar çok koridorla, köprüyle kütüphaneye bağlanıyo ki okul, ister istemez yolun kütüphaneden geçiyor. Kütüphane birkaç bölümden oluşuyor, birinci katta kitaplar var, her köşe başında da bilgisayarlar. Ve benim okulumla yani Yıldız Teknikle ilk farkı buldum bile, bilgisayar. İnternetsiz hiçbir işin halledilemediği günümüzde, Yıldızda sadece kütüphanenin girişinde ki bilgisayarları kullanabiliyorsun onda da hangi rafta ne var ona bakmak için, aradığın kitap orda yoksa zaten araştırma falan da yapamazsın, ordan kalkıcaksın, bilgisayar laboratuarına gidiceksin, orda sıra bekleyip sıran gelince giriceksin, o sırada da zaten  çalışma aşkın da gitmiş olduğu için muhtemelen sırada karşılaştığın arkadaşlarında orta bahçeye çay içmeye gidiceksin.

Burda tabiki Her yerde bilgisayar var, istersen ayakta bakıyosun, istersen oturarak bakıyosun, istersen masa başında bilgisayar seçiyosun istersen de sessiz kapalı odalarda izole oluyosun.

Tartışma odaları var ve her oda da prejektorlerle duvara yansıtıp sunumlarını hazırlayabiliyorsun ya da arkadaşları ders çalışırken vardır ya onların yanındaki tembel arkadaşları, hem onlardan kopmak istemeyen ama aynı zamanda ders de çalışmak istemeyenler için yaratıldığını düşündüğüm yuvarlak çemberlerin içinde dinlenme yerleri var, bunun resmini koymadan sanırım anlatamam. Heh işte bu. Resimde de örnek olarak verdiğim tembel çocuğu görüyoruz.

Gerçi burada tembel olacaklarına inanmıyorum ben, nasıl eğitiliyolarsa anlamadım, zaten bunu anlamak için baya geç geldim buraya, ilkokulda falan erasmusla gelmem gerekiyomuş onlar gibi olabilmem için. Mesela bugün derste her derste olduğu gibi sunumun ortasında bi slayt çıktı “3 minutes Brain Storm with neighbour” ve hoca hadi arkadaşlar yanınızdaki arkadaşlarınızla beyin fırtınası yapın dedi.  Tamam anladım arkadaşımızla tartışıcaz ama karşımdaki Türk değil ki baya ciddiye alıyo olayı, benim onların bu görev aşkıyla tam 180 saniye beyin fırtınası yapmalarına gülesim geliyo ama onlar ben şapşal şapşal sırıtınca daha bitmedi ki gülüyosun bakışı atıyolar bana ve bende ciddileşip hemen beynimi çalıştırıyorum. Gerçi onların beyni alışık “Brain Storm” deyince başlıyo beyin çalışmaya ben bi müddet durucam bi beynimi ısıtıcam falan yoksa ben istemezmiyim canım sizle 3 dakika boyunca tartışayım.  Kısaca eğitim şart.




Ve kütüphanenin yatılan kısmı,en çok orayı sevdim ben, rengarenk puflarıyla apayrı bi köşe, ve insanlar gerçekten de uyumak için kullanıyolar orayı, dinlenip kalkıp yeniden çalışıyolar heralde.
Yemekhanesi, manzarası, ferahlığı ve herkesi bir arada tutup nasıl bi tasarım yaptılarsa kimsenin birbirinden rahatsız olmadığı, Her şeyin senin yerine düşünüldüğü bi kütüphane burası. Tamam tamam abartmaya gerek yok sonuçta kütüphane işte, buraya geldiğimden beri sürekli çalıştığımı ve kütüphaneden çıkmadığımı söylemiştim , Stockholm sendromu dedikleri bu işte,resmen oraya alıştım oraya  gitmeden günüm geçmez oldu.



Bugün okulun Matematik binasından geçtim koridorlarda masalar var ve masaların üstü cam, yanlarda tahta kalemleriyle masanın üzerindeki Sudokuları ve anlamadığım diğer bulmacaları çözüp sonra da siliyolar öğrenciler. Sürekli bir beyin fırtınası olmaz ki bari öğle arasında bi durun sohbet edin dimi, karşılıklı oturup XOX oynuyolar ciddi ciddi. Sonra da bizden komedyenler çıkıyo tabi , onlardan bilim adamları. (Yazar burada bilim adamlarımızdan özür diler.)
Bide Sınıfları birbirinden duvarlar ayırmıyo burda, arada kapılar ve kapılarda da camlar var,senin dersin bitiyo yan sınıfa bakıosun orası müsaitse mesela çizim ortamı varsa giriyosun ordaki derse katılabiliyosun.
 Yıldız Teknik’in bir eksiği daha işte, koridorlar. Burda koridorlar canlı, toplanma yerleri, masalar, uzun sandalyeli yüksek masalar ve de mutfak. Mutfakta her şey var ben ilk geldiğimde herkesin kendi bardağı tabağı sandım ama öyle değilmiş, alıyosun içiyosun sonra yıkayıp bırakıyosun, mikrodalgalar var fırınlar var sonra da beraber yiyosun işte.
Ve dersler. Ders sistematiği o kadar farklı ki bizden, Bu dönem dört ders seçtim ben, hepsi bir gün olsa bir gün de bana kalır dimi? yok, burda bir ders bir ay boyunca işleniyormuş. Nasıl ya? Hergün geliyosun ama aynı dersin devamını görüyosun ve bir ay sonunda sınavıyla araştırmasıyla raporuyla o bitiyo ve yeni bir derse başlıyosun. Bunu çok sevdim ben ya, bölük bölük bölüneceğine her hoca bu ders için giriyo ve dersin bir bölümünü anlatıyor. Sistem süper, Mesela ilk dersin içeriğini anlatayım, “European Spatial Planning” önce sana konuyla ilgili kelimeler ve de tek kullanımlık fotograf makinası veriyolar ve tabiki yine grup halinde Karlskronayı gezip o kelimeler sana ne çağrıştıyosa onların fotografını çekiyosun 19 kelime 25 poz hakkın var, ilk hafta böyle geçiyo zaten o ilk gün verdikleri o kelimelerle tam bir ayın geçiyo, bir gazeteci geliyo, başka üniversiteden hocalar geliyo, kendi hocaların geliyo ve hep bu konular konuşuluyor. Avrupa ve planlama. Zaten grup çalışması, seminer, rapor teslimi derken verdikleri koca sayfa kaynak listesinin de aslında hepsini okuduğunu anlıyosun. Sistem budur. Özümseye özümseye, her derse ayrı ayrı girip, hepsinin sınavının tesliminin çakıştığı bir sistem değil. Nerden başlasak değiştirmeye, ilkokul iyi mi?

12 Eylül 2011 Pazartesi

Bari Karlskrona’da gezelim mii?


Karlskrona’da her yer yeşil, her yer deniz, her yer ada gezilecek yerleri de hep huzurlu maviyle huzurlu yeşil karışımı bişey.
Büyük büyük parkları var İsveç’in zaten her birine bir gününü ayırıyosun, bende Ronneby’e gittim ve oranın Brunnsparken parkını gezdim bütün gün ve de tabi ki şehir merkezini.
Ronneby; Karlskrona’dan trenle 22 dakika uzaklıkta, Baltık denizi kıyısında çok şirin bir kasaba, adı da Dev nehrin üzerindeki şehir anlamında, parkı Brunnsparken da 2006 yılında Avrupa’nın en güzel dördüncü parkı seçilmiş ve gerçekten çok büyük ve güzel bi park.


Hem daha bi parkla ilgili daha ne anlatılabilir ki, sular var işte, göller var sonra şelalesi var havuzu fiskiyesi falan var park işte… Parka girince oklar, yollar, sağlar sollar var ve nerden başlasam diye düşünüyosun, o kadar huzurlu bi yer ki orası, saatlerce kalabilirim, yatıp kitap okuyabilirim, orda kuğularla beraber yaşayabilirim ben.




Bu arada İstanbul’da kuğuları alıp koyuyoruz ya yapay göllere burada zaten yaşam alanları göller yani doğal ortamında hayvanlar ve bi sokak arasından denize açılan bi yere gidiyosun ve orda kuğular yüzüyo salına salına, henüz yolda kedi, köpek  göremedim,hepsi sahipli, bir arkadaş kedi görmüş de fotoğrafını çekmiş hatta. Tabi kedi evrim geçirmiş değişik bişey olmuş buranın hava şartlarına ayak uydurabilmek için, zaten normal bi köpek de göremedim hepsi çizgi film kahramanı gibi, çizilmiş bişey yolda dolaşıyo gibi, zaten sahipleri de çizilmiş gibi olduğu için bi an gerçek mi animasyon mu anlayamıyosun ama dedim ya burada içki yok o yüzden sarhoş değilsiniz ve burada gördüğünüz o kadınlarda adamlarda köpeklerde hepsi gerçek.
Zaten görüldüğü üzere öyle bi yere düştüm ki kuzey Avrupa kenti deyip kandırdılar beni, ne Avrupası, ne Avrupa Birliği ya resmen Avrupa’yla aramızda Baltık denizi var hiçbir yere kıpırdayamıyoruz, ya da tam ucuz uçak bileti buluyoruz bu sefer de ödev teslimi diyolar, şimdilik görüldüğü üzere yakın çevresiyle uğraşıyorum anlaşılacağı üzere de bu blog Karlskrona’nın hayvanları bitkileri üzerine yazılacaktır,ben İstanbul’da daha eğlenceli bir insandım  geceleri gündüzleri gezerdim onları anlatırdım, şimdi resmen havadan sudan konuşabiliyorum burada.
Blekinge’e geleceklere notnotnot: Blekinge Üniversitesinin diğer kampüsü Karlshamda olduğu için Karlsham ve Karlskrona arası trenler öğrencilere bedavaymış o yüzden her durakta inip inip binebilirsiniz, her durak ayrı kasaba çünkü, şimdi sadece Roneby’de indim bigün hepsinde inip inip binmeyi de deneyeceğim ee buranın da en büyük çılgınlığı bu işte.

8 Eylül 2011 Perşembe

Nee bizde mi universite okumustuk?

Sorun sende degil bende, yok sorun ingilizcede degil bizde
ilk defa ne okuyosunuz diye sorduklarinda ve ben Spatial Planning dedigimde ooo cool denilen bi yerdeyim suan, sehir planlama bizim ulkemiz disinda baya gecerli ve havali bi meslek ve her ogrencide bilim adami burda
Her ulkeden gelen sehir plancilarla ayni siniftayiz,Almanlar, Italyanlar, Fransizlar,Hollandali, Polonyali,Cinli, Irlandali ve Budapestelisi hepsini bizden ayiran bisey var egitim sistemi, hadi biri olur ikisi olur ama hepsi bizden baska dusunuyolar. Bugun ilk odev sunumumuz vardi, super ingilizcemle bravehearth olarak ilk sunum yani.



Oturdum calistim sunum hazirladim, ee biz boyle gorduk Turkiye`de seminer odevimiz varsa oturur yirmi otuz slayt yapariz resimler koyariz ve konuyu anlatiriz sunumu uc kisi yurutucektik. Iste burda anahtar kelime buymus "yurutmek"


Megerse onlar bunu hep yapiyomus, burda en rahat kisi sunum yapanmis ve sen sunumuna sadece sorular ve oyunlar koyuyosun, konu ile ilgili cumleler yaziyosun ve katiliyomusun katilmiyomusunuz diyomussun ve derse gelirken de herkes o konulari okumak zorunda ki senin solediklerini hemen anlayip cevap versinler.





Bizim konumuz sehir planlamadi metaforlardi mesela ve hepsi zaten okuyup geldigi icin, biz bi sekil gosteriyoruz hee bu Blue Banana modeli aa bu Grape ya bizim Grape seklindeydiler. Kisaca kimse kimseyi biseye zorlamiyo onlar zaten o semineri takip etmek icin okumak zorunda olduklarinin bilincindeler.
Dakika 1 ve fark 1 ve de isin daha da zor kismi onlar sehir planlamada bizim gibi oturup sabah aksam plan cizip onu boyamakla ugrasmiyolarmis hepsi ekonomiden, avrupa birliginden ve ulkelerin birbirleriyle iliskilerinden o kadar haberdarlar ki Turkiye hakkinda benden daha cok bilgileri var. Dakika 1 fark 2
Kisaca ders bitmistir dagilabilirsiniz, benide yerlerden toplayabilirsiniz.

6 Eylül 2011 Salı

Vee isvec volume 1

 Evler
Geldim gelemedim erteledim erteleyeceğim hala  hiçbişey hissetmiyorum derkeeen, burdayım
Ve isveçte ilk hafta biter
Erasmus öğrencisi olmak sürünmek değil, ama uğraşmak demekmiş ilk haftanın özeti budur. Ev konusu geldim hala dert başıma ama benden önce gelen arkadaşlar yerleşmişler ve bende şuan bi arkadaşla Annebo evlerinde aynı evi  paylaşıyorum. 30metrekareyle 40 metrekare arasında değişen, normalse banyosu ve mutfagı içinde olan, normalin altındakilerinin mutfagı ve banyoyu palaştıgı, 40 metrekare olup hem banyosu hemde mutfagı varsa hayranlıkla izlediğimiz küçük yaşam alanlarına burada ev diyorlarmış. Student Apartment,flat ne derlerse desinler bunlar bildiğiniz kutu. Ama ikea tarzı kutu. Bizim evimizin banyosu da var, mutfagı da , biz baya iyiyiz burda, okula da yakınız daha ne olsun koca bir bahçemiz bile var…
ama her şey göründüğü gibi değil bu hayatta mutfagımız dolapçık gibi bişey, kaparsak görünmez oluyor, kapakları açınca içinden mutfak çıkıyor, odamız kocaman bir bahçeye açılıyor ama açarsan böcekler giriyor, biz iki kişi yaşıyoruz sanıyoduk ama bu evlerin misafirleri de varmış, tahtakuruları, emlakçılara söyleyince ortadan kaybolan, gece  ortaya çıkan ama henüz bizi ısırmayan minicik şeyler burada çok havalıymış meğerse. burada “bad bugs” deyince baya havalı oluyoruz, neee bad bugs  mı var evinizde oooo comee’oon hemen çıkın ordan diyolar. Pakistanlılarla beraber Annebo evlerine bi yayılmışlar, bu evlerden her çıkan eşyalarını yakıp çıkıyomuş bana çok komik geldi ama eşyalarımı yakarsam sanırım komik gelmez ve buraya yazarım comee ooon ben kaçıyorum diye.
Erasmusla Karlskronaya geleceklere not.notnot: ev işini mutlaka halletmeniz gerekiyor gelmeden, bende gelmeden mail attım oraya buraya ama olmayınca üstelemedim ama Üç kişi aynı odaları paylaşıp ortak banyoları kullanıp buranın en büyük sorunu Pakistanlıların baharatlı yemek kokuları arasında kalabilirsiniz. PBA, Karlskrohanem sitelerine mail atın, o ev bulanların hepsi nisan, mayıs gibi mail atıp sıraya girenlermiş… Minervavagende Kerbo evleri okulun içinde ve en konforlu evler burda… notnotnot

İzlenimler
Karlskrona hafta içi ölü bir şehir, ölü demeyelim de baygın diyelim, ya da mayhoş evet evet tam bir mayhoş burası. Zengin, parası var huzuru var buranın, herkes mutlu burda ve herkes fit ve kibar, herkes karşılaştığında “Hej” diyo bana bile ve kaç yüz metre öteden gelirsen gel arabayla durup geçmeni bekliyolar ışığa bakmadan, bu kadar sabır nerden gelmiş diye düşünüyodum ki çevreme bi baktım heryer su, orman ve yeşil.  Herkesin bisikleti var, anneler çocuklarını okula bisiklete bırakıyor ve sonra milyon dolarlık müstakil evlerinin bahçelerinde çiçek suluyolar anladığım kadarıyla, herkes sakin ve sarı burda. Bebek arabasındaki bebekler bile ağlamaz mı? sakin sakin sağa sola bakıyolar, heralde sakinlik de kandan geçen bişey ve bizim kanımız maalesef hızlı akıyor.  İnsanların Gündüzleri ne yaptıklarını henüz bulamadım çünkü koştuktan sonra yok oluyolar, ama her ama her, her evin penceresinin önünde aynı şey var, Beyaz bir abajur. Heralde orda oturup kitap okuyolar, birgün anket yapar gibi kapıları tıklatıcam ve içeri bakıcam ya da tencere satabilirim kapı kapı hem para da kazanırım o zaman, İsvec gerçekten pahalı bir şehir, her şey pahalı sanırım burda, İsveç’in parası SEK, yani İsveç Kronu 0.28tl değerinde ama tabi onlarda her şey bikaç sıfır daha fazla. bi sandviç okulda bile 50 SEK o da 15tl yapıyor, sosisli de damping vardı 40 SEKti yani 12 liraya inanamadık tabi bizde, otobüs bile 6tl, hadi otobüse biniyosun konforlu bişey ama su bile 6 tl burda, gerçi çeşmeden içiliyo su ama illa mineralli susuz uyuyamam diyosan adamlar napsınlar dimi, fiyatlarına alıştım şuan, bir hafta da uyum sağlıyo insan, okulda her katta mutfak var mutfaklarında ve ortak alanlarda mikrodalgalar var,  okulun kendi öğrencileri yemeklerini evden getiriyolar ve orda ısıtıp yiyolar, sanırım İsveçlilerin neden zengin olduklarını şimdi buldum. Sandviç evden, otobüs yerine bisiklete de biniyolar zaten, evde bütün gün kitap okuyolar ve bugün öğrendiğime göre o müstakil evleri de kendileri yapıyolarmış, bahçıvanları da kendileri zaten, emeğe acayip önem veriyolar ve hizmet sektörü burda sıfır, kuaförler o kadar pahalı ki bi hesaplayalım dedik işin içinden çıkamadık ama saç kestirmek bize göre 100 tl gibi bişeye denk geliyodu. Erasmusla Karlskronaya gelecek kızlara notnotnot: saçlarınızı güzelce kestirin, kalıcı manikür,pedikür hatta kalıcı makyajlarınızla gelin,burda oje bulamıyorum mesela, her şey organik,ojeleri bile organik olunca baya pahalı oluyo tabi, zaten buradan olarak dönücem, mineralli suları, somonları, organik sebzeleri ve ojeleriyle tepeden tırnağa parlayacağıma eminim, şuan eylülün başındayız ve hava o kadar güzel ki bu sayede her yeri yürüyoruz ve bisiklete biniyoruz dedim ya çok fit olucam, ben de büyüyünce İsveçli olucam.

Havalar Sular
Hava konusunda o kadar korkuttular ki gözümü, ki kime İsveç desen aklına soğuk buz kütleleri gelir bi içi titrer biliyorum ama burası İsveç’in en güneyi olduğu için İstanbul gibi bi iklimi yaşıyoruz daha doğrusu İstanbul’un bir ay sonrası gibi tamam tamam iki ay. Hava bugün burda 20 dereceydi günlerden 3 eylül, hava da güneş var ve biz dondurma yedik bugünde tsihrtlerimizi giyip bisiklete bindik hatta sahilde sosis kızartıp yedik Aspö adasında, yaz gibi, değil gibi, sonbahardan sıcak ilkbahardan gıcık gibi bir hava var.  Tshirtlerimizi giydik dedim ya “lerimizi” doğru bi tanım çünkü burda tek kat giyinemezsin, en az üç en fazla beş kat giyinmen gerekiyor ki güneş çıktığında çıkar, bulut geldiğinde giyin, rüzgar vurduğunda bir kat daha, sürekli petruşka gibi giyinip soyunuyoruz ama hava o kadar güzel bi soğuklukta ki mikropların hepsi ölmüş sanırım, burda kimse hasta olmuyor. Tahminimce son güzel havaların keyfini sürüyoruz şuan burada çünkü herkes dondurucu soğuk gelmeden koşarak,son hız bisiklete binere  enerji depoluyo gibi duruyo burada,bu arada son hız dedim de burada hız limitinin de 30 olduğunu yazmayı unutmamalıyım J tamam tamam 30 ama bazı ana caddelerde 50 limit merak etmeyin, iki arabanın çarpışması da burada haberlere çıkıyormuş haliyle bende merak ederdim İsveçli olsam nasıl çarpışabilirler ki o hızla, biri sarhoştu desem onu da diyemiyorum çünkü burada bi saatten sonra içki satışı da yasak ve hafta içi sarhoş gezmen imkansız burada, hafta içi en işlek caddesindeki barlar bile 10 da kapanıyor, fakat dün şunu fark ettim ki haftasonu gece 12den sonra Karlskrona kendini başka bi şehir sanıyo, bi anda ünlü bikaç barının önünde Reina gibi bi sıra oluyo ve gece 1’de başlayan hayat 3’te bitiyor. Zaten 3’te bitecek eğlenceye neden 1’de gidiliyo onu da anlayamadım, onu da anlayınca anlatıcam tabiki. Cuma gecesinin popüler mekanı gündüz kahve içtiğimiz Harry’s barmış, oranın da gündüz ki o sakin yer olduğunu sadece isminden anladım desem. Dün Cuma gecesini ünlü Harry’s de geçirdik tabi İsveçliler rekabeti sevmediği ya da kibar oldukları için olsa gerek cumartesi geceleri gidilen barı Harry’s değilmiş, ayrı bir barmış.

Communication
İsveçtir, Avrupa’nın göbeğidir, her yerinde internet vardır dedik, daha Kopenhag havalanına indim, wi-fi paralı dediler, elimde telefonum köyde gibi internet çeken yer arıyorum. Okulda bağlantımız var onu hallettik ama evden internet işini hala çözemedim çünkü kendi başıma bi eve çıkmak istiyorum ararken de ayağıma geldi kısmet, bikaç tane buldum bile, biri merkezde biri de o güzel kerbo evlerinde, ama kerbo olursa yine iki kişi kalmamız gerekecek ve sanırım burada istediğim şey, sakin tek başıma bi hayat ve o pencerenin önüne o abajuru koymak, tek başıma eve çıkıp çıkamayacağım bikaç güne belli olacak o yüzden de internet işimi halledemedim ve maillerime bakamıyorum, facebooktan kimseyi dürtemiyorum (daha önce de hiç dürtmemiştim ama şimdi dürtemiyorum ya çok dürtesim geldi) viberden, skype den kimseyle konuşamıyorum ve tabiki buraya yazamıyorum.
Telefon konusuysa başlı başına sorun oldu burada, okula kaydolduk ve okul bize Telenor hat verdi bende Türkiye’yi aradım ve beş dakikada bütün yüklediğim kontör bitti ve kapandı telefon, comvig hat yurtdışını aramak için idealmiş dediler onu aldım ama onu da iphone açmadı notnotnot Karlskronaya erasmusla gelecek iphonlu öğrencilere notnotnot yanınızda yedek telefon getiriniz ya da telefonlarınızın kilidini kırdırınız ve buraya gelir gelmez bir Comvig Amigos hat alınız. Ben telefonu buradan internetten aldım şimdi annemleri aramak için üç iş gününün geçmesini bekliyorum ve kimseyi arayamadığım ve hiç aranmadığım için annemin telefonun sarjının nasıl hiç bitmediğini ilk defa anlıyorum.






Sevmedim seni Copenhagen Airport

Ve yolculuk başlıyor
Sabiha gökçende dış hatlara girip, harç pulunu alıp, biletimi onaylattım ya da internetten check in yapmadıysan burada sıraya girip bikaç saati gözden çıkarabilirsin, ya da benim gibi yaptıysan dondurma yiyip ailenle birlikte bikaç dakika daha fazla zaman geçirebilirsin.
Pegasus dış hatlarda 20kg bagaj hakkın var bi de yanında uçağa sokacağın 8 kg el bagajın. Ben aslında evde tartmış olmama rağmen tam evden çıkmadan önce de bavuldaki son hava boşluklarını doldurduğum için benimki 23 kg çıktı, Bagaj limitini aştığın her kilo için 5’er € vermezsen de şurdan şuraya geçemiyorsun.
Ben öyle bir yerleşmeye gidiyorum ki şuan bavulumla ve sırt çantamda yürüyemeyecek haldeyim. Annemlerle vedalaşıp pasaport kontrole gidene kadar zaten sırtım eğilmiş, belim kopmuş, ellerim yorulmuştu. O kadar düşünüp, gezip sonra seçtiğim dört tekerlekli Bavulumun tüm avantajlarından yararlanmak adına diğerlerini de onun üstüne ekleyip her yerinden ite kaka götürüyorum. Artık hareket edebiliyorum. Uzunn yolların en sevdiğim yanı bu zaten bi süre sonra elindeki o tonla ağırlıkla sen bir şekilde kaynaşıyosuni bir yolunu orta yolunu buluyosun ve bir oluyosun. Gideceğin yere vardığın anda nda vay be diyosun, bu çileye nasıl dayanmışım. Her yerde bavullarını indir, koy, pasaportunu göster derken zaten kendini uçakta buluyosun.
Uçak notları . Yuçağa bindim, kaptan pilotumuz konuştu ve o an yolculuktaki en büyük eksikliklerimi anladım. .Mp3Player 2.Saat. Ağlayan, vızıldayan bebelere çare mi dersin, zate vatanından anandan babandan uzağa gidiyoken hüzünlü şarkılar dinlemek iyi olurdu mu dersin, Hem mp3playerım olsa karanlığa bakıp belki gözlerim bile dolabilirdi. Zorla kendimi duygusal bir moda sokmaya çalışıp aklıma acıklı şarkılar getirsende olmadı, zaten ağlak bebeler duygusal olmama fırsat da vermedi. Hemen ilk bulduğum yerden alınacaklar listesine ekledim.
Ve tabiî ki saat, ah saat, zamanasızlık ne feci bişeymişsin sen. İstanbulda saat takmayı bırakalı çok oldu.Herşeyi telefonla halletmeye alışalı da çok oldu.Zaten ben memur olalı da çok oldu. Kısaca saat takmayalı tam üç yıl oldu. Tabi yolda lazım olur diye aklıma geldiğinde çok geç oldu. Yavrumun pili bitmiş, günde ikiş defa bile doğruyu gösteremeyecek kadar çöok olmuş duralı da ben fark etmemişim meğerse. Kısaca uçakta saatsizlik çok feciymiş. Bir ara daldım, baya bi uyudum ama o üç saat hiç geçmedi. Sonra kaptan pilotunuz konuşuyor. Saat başında Kopenhagta olmayı planlıyoruz, hava 14 derece parçalı bulutlu dedi pilot ama saat başına kaç saat vardı onu bile anlayamadım ben.Sonra da indik zaten, yine elimde pasaportum bi elimde oturma iznimle kontrole geldim bu sefer  adam bi saniye inceledi beni ve inandı o pasaporttaki asabi somurtkan kızın ben olduğuma çünkü o an yeterince yorgun ve somurtkandım bence. Fine okey dedi.
Havadan  aşağı inerken mavi yeşil ve kırmızı renklerine hayran kaldığım Kopenhag havalanından şuan bi an önce kaçmak istiyorum. Bizim havaalanımız böyle mi ya, her saat  güvenlik, danışma ne bileyim bi security var bizde.Buraya indiğimde saat gece di ve kimse yok burada.Sanki belediye binası. Yolcular sağa sola bakıyolar, herkes birbirine yardım etmeye çalışıyor.Burger King bile kapalı, başka bi yer açık herkes orda, çalışanlar seferber olmuş Hlk için. Burdan üç saat ondokuz dakikada trenle Karlskrona’ya geçicem. İnternetten saatlerine o kadar çok baktım ki her saatinde kaç aktarma yaptığını biliyorum şuan.Aktara aktara beş saatte gideceğime ben burada beklerim dedim ve sabahın  06.06 sına kadar beklemeye karar verdim  ki tek seferde gidebileyim tek parça inebileyim diye. Buraya gelene kadar o kadar çok kişiyle konuştum ve bilgi aldım ki güya her şeyi biliyo havasında orda yemek yedim tabi saat 6`ya ´kadar da bekleyeceğim için ilk Avrupalı sandviçimi ve ilk bilmediğim içeceği oyalana oyalana 40-45 dakikada bitirdim.

Trene gideyim dedim ve bir baktım ki havaalanında tam trene giden iki kapı var. İkisinde de To Malmö yazıyo, sonradan öğrendim ki orayı yeni değiştirmişler heralde yazıyı da değiştirecekler ne bileyim ben kaldım iki yazı arasında ve tam beş kere falan bavullarım ve ben o merdivenlerden inip diğerlerinden çıktık. Kocaman bavulum onun sağından sarkan ortanca bavulum ve denge olsun diye solundan sarkan sırt çantamı ite ite tam bir işkence çektim orda ve o an Avrupaya gelen masum köylünün ilk şaşkınlığını yaşadım işte. 
O saatte neden kimse yoktu orda bilmiyorum ama bulduğum herkese nasıl gideceğimi sordum ve koca Danimarka da küçük Karlskronayı bilen kimseyi bulamadım. Heralde böle iki saatten fazla yaşadım ve saat dörde geldiğinde herhangi yere giden herhangi bir trendeki kompartıman görevlisi güleryüzlü İsveçli kadın sayesinde en azından doğru tarafın neresi olduğunu öğrendim. Tam bir ferrarisini satan bavulunu iten bilge gibi kalakaldım tren istasyonunda ve hala benim trenimin gelmesine iki saat var, allahım bitmeyen dakikalar, tren istasyonu çok soğuk ve yukarda bavullarımla oturuyorum ve saatin sabahın altısına gelmesini bekliyorum.Kafam düşüyor, uyumamaya çalışıyorum ve son bir saat. Karlskrona C geeel,geel,gel.