28 Ocak 2012 Cumartesi

Berlin dediler geldik...


Nedense Berlin'i hiç merak etmemişim bugüne kadar, Türkiye'de çok Almancı olmasından mı, Almanya'da çok Türk olmasından mı bilmiyorum ama Almanya bana hep soğuk geldi, Almanlarıda zaten sevmezdim buraya gelene kadar. ama farkettim ki bu Erasmusta en iyi anlaştığım erkeklerde kızlarda Alman, kısaca ben Almanları bildiğin seviyomuşum, ben bi Alamancıymışım adeta.
gezi planımızda da hiç Berlin yok, öyle birden bire oldu, geldik, beğendik, Spree Nehri ve Havel Nehirleriyle heryer kanal burda da.

1989 yılında duvarları yıkınca da şimdiki kimliğine bürünmüş Berlin. Berlin duvarının son kalan kısmı Batı Berlin’de Wedding mahallesi sınırında Ackerstasse ile Bernauner Strasse’nin kesiştiği köşede.

Berliner Dom'a gidip bi katedral daha görebilirsiniz mesela. İçindeki Prusya krallarına ait lahitler gerçekten güzeldi. Buraya Berlin Katedrali densede wikipedia beni düzeltti "içinde hiç bir zaman bir piskopos yaşamadığı için gerçek anlamda bir katedral değilmiş"

ünlü Aleksanderplatzı, şehrin heryerinden görülen 368 m. televizyon kulesi, eski yahudi mahallesi mitte bölgesi, ve tabiki türk mahallesi Kreuzberg gibi bi çok yer daha...


Berlin'de yolunuzu kaybetme ihtimaliniz yok, ikiyüz bin Türk yaşıyormuş, zaten bi süre sonra ben unutup Türkçe sormaya başladım onlarda gayet normal cevap verdiler, artık "vaaaay be vatanım, nerelerdensiniz siz" bile kalmamış, çünkü burda gerçekten herkes Türk.

Ve tabiki Pergamon Museum, sen gel bizim Bergama'nın hepsini sök, getir buraya, bizde Bergama'da bi taş, bi ot bulup bi tepeye oturup hayal kuralım, buralar heeep akropolmuş diye, sonra bütün heykeller, sütunlar burda sergilensin vaaay beee "en azından bi heykelimizi bile kurtarsam iyidir" diye söylene söyelene girdiğim müzeden, "adamlar haklı tabi canım" diyerek çıktım. Artık bilmiyorum, ben Alexander Conze'nin yalancısıyım, 1878 yılında bi gelmişlerki Bergamalılar o heykelleri eritip eritip kullanıyo, onlarda bu güzellik böyle yok olmamalı deyip başlamışlar çal(ış)maya. Ben inandım, böyle dahiane fikirler zaten hep bizden çıkmaz mı? (3921'e teşekkürler)

Berlin... gelişmiş,modern, büyük bulvarlı bi şehir işte, insanları garip, gençleri korkutucu, gece sokaklarında dolaşmak tehlikeli, biz Amsterdam'dan korkarken asıl korku filmi burasıymış, "bişey yapmaz bişey yapmaz" dedikleri sarhoşlarıyla, garip alman müzikli eğlence anlayışlarıyla -tamam felix haric-  gündüzü parlak gecesi ürkünç Berlin, beni korkuttun. Duvarlarını yıkmışsın ama adam olamamışsın Berlin :)

17 Ocak 2012 Salı

seneye yine Christmas'ı bekleriz...


Bi yer düşünün ki hep ışıl ışıl, ışıklı, sesli, müzikli, hem de bir aralık ayı ama birsürü insanlı...

Gezi listemiz uzun, elimizde liste, nerde ne yemeli?  (evet bu bi gurme turudur :)  Biz elimizde o upuzun listemiz hmm bide şu tatlı varmış buraya özgü diye gezecektik ki --- zaten her şehir bize hazırlanmış meğerse, meydanlara kurduklaarı christmas marketlerinde herşeyi bulduk, herşeyi yedik, içtik sonra biraz yürüdük yine yedik yine yedik.

Hediyeler, melekler, çam ağaçlarının arasında elindeki sıcak şaraplarıyla birbirine çarpmamaya çalışan mutlu insanlarıyla mutlu bi tatildi benim için.

Bu cümbüş bir ay kadar sürüyo, ona göre ayarlayın turunuzu, biz bilmeden istemeden  altı şehirde altı market gezdik on günde.

aa  zaman ben de "top üç xmas market" sıralaması yapayım :) 

1. sırada Kopenhaaaag. Kopenhag'taki christmas market Tivoli eğlence parkındaydı, tam bir masaldı,
Kalpten ağaçları, şekerden yapılmış çamağaçlarıyla süslü kocamaan bi market.


2-Berlin, en güzel tatlıları yediğim yer. Uzun bacaklı melekleri ve konserleriyle süper süperdi.


ve üç, Belçika, Antwerpdeki upuzuuuun caddelere kurulmuş birsürü küçük dükkana baka baka lunaparka gidiyosunuz, yani eğlence bitmiyor da bitmiyor.


Sadece 25 aralık akşamı heryer boş, karanlık, restoranlar kapalı, meydanlar insansız, herkes evinde ailesiyle noeli kutlarken biz de noeli kutlamayan bir restoran bulup orda yemek yiyebildik. 26 aralıkta noel masalımız bitti, marketler kaldırıldı ama bu seferde indirimler başladı, bütün mağazalarda fiyatlar %50'ye indi o da tabi biz kızlar için masal gibi bişeydi :)

Bu işte bi yanlışlık var, yurtdışına yılbaşı turları değil, yılbaşı öncesi turları düzenlenmeli, o marketlerdeki her şey her şey yenmelii... Hadi uzun bacaklı melekler lütfen, bi iyilik yapın da bana seneye christmasta yine yanınıza geleyim.. amin.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Ben Amsterdam'dayken...


Amsterdam, ilk durağımız...
tabi Amaterdam uçağı için önce Karlskrona'dan Kopenhag'a gidiyoruz, erken gidiyoruz ki, tipik Kopenhag evlerine bakalm, kanalını gezelim. Oraya varınca Tivoli eğlence parkına bi girip çıkalım sonra Kopenhag'ı gezeriz diyereeek içeri bi giriyoruz- koca iki kız ordan çıkamıyoruz! Önceki yazıda dedim ya koca bi Christmas market, masal gibi rengarenk, şekerden ağaçlar bile var!

Tivoli'den çıkmak aklımıza gelmediği gibi bide en son birbirimize "dönmedolaptan nasolsa heryer gözükür" deyip dönmedolaba bindik öyle düşün, bende bak kanal şurası diye rehberlik yaptım başımız dönerken :) Sonra da koşa koşa havalanına yetişip Norwegian air'le  Amsterdam'a uçuyoruz ve hikaye böyle başlıyor.

Hava alanlarıyla ilgili anılarımız başka yazıda.. özge hangi havaalanlarını listeden sildi... az sonra!

Kime Amsterdam'a gideceğimizi söylesek tabiki önce bi korkuttu bizi, aman dikkat edin, orda ayık birini bulamazsınız dedi, uyuşturucu turizminin olduğu yerde size zorla esrar satmaya çalışırlar, yapışırlar dedi, ben de dedimki heralde bi anda  karanlık, mafyavari bi filmin içine düşücez ve iki kızın başına gelenleri izlicez.

Hayır Amsterdam'la ilgili kötü şeyleri unutun! Kimse zorla size esrar satmıyo, isteyen herkes içiyo, bu yüzden de genelde yüzünde kocaman bi gülümsemeyle dolaşan insanlar görüyosunuz, herkes mutlu :) ağır çekimde yaşıyorlar Amsterdam'ı. bütün duyuları da açık olduğu için benden daha iyi yaşıyolar kesin diyerek nerdeyse ben yapışcaktım onlara nasıl nasıl nasılsın diye? gördüğünüz Coffee shoplara da zaten kahve içmek için gitmiyosunuz, aman yanlış anlaşılma olmasın orda bi kahve yanında da kek yerseniz çıktığınızda sizde o gülen suratlardan biri olabilirsiniz :)

Amsterdam'da Iamsterdam kart almak çok mantıklı, havalanına iner inmez tourist informationdan alabilirsiniz, müzelere girişlerde, kanal turunda ve bütün ulaşımda bunu kullanacaksınız ama coffee shoplarda kek buna dahil değil üzgünüm :)



Amsterdam, Amstel ırmağının denizle birleştiği yerken doldurularak bir balıkçı köyü olmuş, şuanki Dam meydanında bi zamanlar teknelerin yüzdüğünü düşünsenize, Hollandalılar o zamanlar bilmeden dünyanın en güzel şehirlerinden birini yaratmışlar bide savunması olsun diye sokak aralarına kanallar açmışlar ki bir şehir bilmeden daha nekadar güzelleşebilirmiş diye! Bide kanalın çevresinde ince ince işlenmiş binalar, hepsini yaparken sanki ayrı ayrı düşünülmüş ama çatıya gelince yanındakinin aynısından yapılmış gibi düzenli, oranlı bi mimari.

Amsterdam deyince herkesin önünde yüz kişiyle omuz omuza fotograf çektirdiği IAMSTERDAM' ın tam orası Museum plein denen müzeler bölgesi, orda Rijkmuseum'daki eserlere ince ince işlenmiş eski eşyalara, heykellere bi de her yanına lale koyulan o eski vazoları görmeye gidilir.

Hele Van Gogh Müzesi! Van Gogh'un yıllar geçtikçe dahada kötüleşen psikolojisini yaptığı tablolardan takip etmek çok ilginç, zaten intihar ettiği yıllara yaklaştıkça donuklaşan gözleri ama hala umut arayan ışıkları görüyosunuz tablolarda, sonra intihar ediyor ve müzede bi mezar resmi, kesinlikle gidilmesi gereken bi müze. Peki Van Gogh'un resim yapmaya 27 yaşında başlamasına ne demeli, demek ki hala dünyaca ünlü bi ressam olabilirmişiz geç değilmiş, Van Gogh'un kardeşinden başka konuştuğu kimse yokmuş, sürekli ona mektup yazıyor, yaptığı tabloları bide karakalem mektubun bi köşesine çiziyor bunların hepsi de bu sergide sergileniyor, zaten 37 yaşında intihar ettiğini düşünürsek o 10 yılda yaptığı 200 eseri kardeşi toplayıp burayı Van Gogh müzesi yapyor, zaten hayattayken bu kadar değerli değilmiş tabloları, bazen bi öğün yemeğe bir tablosunu bile verirmiş, içim gitti, içim!

History Müzesi, belki Diamond müzesida gezilebilir ama çok vaktiniz yoksa kesinlikle yollarda yürümeyi tercih etmelisiniz bide gezerken elinize Chipsy King külah patateslerden alırsınız belki, Dam square'de gezebilir, ordayken de kendisine hiç benzemeyen Brad Pitt'i ya da gerçek bi Obama'yı görmeye Madamme Tousse'ye gidebilirsiniz.Bide Nine little streets dedikleri lalelerin satıldığı, peynirlerin tadıldığı sokaklar var unutma!

Nerede ne yenir yazmıyorum blogta (e bigün parasını verirlerse düşünürüz reklam almayı şöyle sağda bi özhakiki bursa iskender reklamı mesela fena olmaz:) uf yine iskender özledim.
çünkü insanlar şehri gezerken bi anda biyer görürler ve orda olmak isterler ama bu sefer Amsterdam'da gidilmesi gereken iki yeri açıklıyorum 1-kesinlikle Hard Rock cafe, dışardan gayet normal klasik bi hard rock kapısı, ama alt kata bi iniyosun kanalın içinde gibisin, sevdim, like!
2-Gaucho's Grill, bize tavsiye ettiler, bizde tavsiye edelim derken zaten dünyada böyle böyle zincir olmuş bi Arjentina steak restaurant, ben ki sadece hayatta kalmak için yiyenlerdenim, az, öz, hele gurme hiç değilim,ama buraya kefilim, ben tabağımı bitirdim :) 


Amsterdam deyince ilk akla gelen "Red Light District" konusuna neresinden başlayacağımı bilmiyorum bile, bunu beklemiyodum! Koca bi mahalle,üst katlara kadar vitrinli binalar, vitrinde kırmızı ışığın altında kadınlar ve onlara baka baka gezen insanlar! Gidip görmemek olmaz diye gidip, onların yerine kendim için için üzülüp, göz göze gelmemeye çalışarak geçtim işte ordan da, bu konudan tam burda çıkmak istiyorum. Onlara baka baka geçen yüzlerce insanın karşısında hissiz hissiz o süper manzaralı vitrinlerinden kanala bakıp hayal bile kuramıyolardır heralde... Yazı gittikçe duygusallaşıyor.
O zaman Van Gogh'un ölümüne yakın yaptığı dünyada en çok posteri satılan Çiçek açan badem ağacı tablosundaki sözüyle bitirir giderim bende

"Üzüntü sonsuza dek yaşar... "