27 Kasım 2011 Pazar

şimdi havadurumu

Bugün Kasım'ın son pazarı.
İsveç'e geldiğim günden beri bu günü bekliyorum, bavulum hırka, kazak, yelek, atkı, bere hatta yün çorap dolu. Boğazlı kazaklarım,uzun kollu elbiselerim ulaşamayacağım en üst rafta, kaz tüyü montuma ara sıra bakıyorum, hala çok kaz tüyü.

Kısaca kış hala gelmedi- yani gelmemişti- ta ki az önceye kadar.

Bu yıl şanslı sayılırız,küresel ısınmayı destekleyen söylemler vermek istemezdim ama ilk defa bi doğa olayı işime yaradı, "geçen yıl bu zamanlar..." la başlayan cümleler duyuyorum sürekli, çünkü geçen yıl bu zamanlar burda kara kışmış, hatta iki yıl önce bu zamanlar 2 metre kar varmış, hayır! bavulum hazır ama ben buna hazır değilim,

dün mesela hafif yüzüme yüzüme rüzgar çarpınca bi bozuldum, ara ara yağmur yağdığı oldu burda ama hep bi romantik, yapraklar dökülürken çiseliyodu, fonda da bi müzik çalıyodu  ama dün hiç de romantik değildi yağmur, rüzgarla karışık parçalı bulutlu bişeydi, saçım başım dağıldı, üstüm ıslandı, şemsiyem ters döndü!
Şimdi odamdayım, bazı sesler duydum, gerçek mi diye camı açtım az önce, korku filmindeymişim gibi bi rüzgar sesi var, arada  hakketten duydum mu diye yine camı açıyorum, gerçekten de bu ses korku filmindeki rüzgar efekti, onu çok iyi tanıyorum.

Hafif tırstım bide bi korku sardı içimi  "winter is coming" :)


25 Kasım 2011 Cuma

bu bir Rynair reklamıdır.



Buraya gelme amacım süper bi master dereci yapıp, adımı tarihe altın harflerle kazımak falan değil, aksine harf marf istemem, ben kendimce, sessizce, huzurluca yaşar, Hej da  der giderim burdan.
Aslıda amaç en başından beri aynı, madem Paris'e değil, Venedik'e değil (evet olabilirdi- sus hiç açma o konuyu) İsveç'e gidiyorum, ingilizceyi bari doğru düzgün konuşalım, gitmişken de bi iki yer gezelim, o kadar gitmişim bari daha da kuzeylerede gideyim bu dünya nerde bitiyomuş onu da görelim. işte bu kadar.

Geldikten sonra tabi hemen öğreniyosun nereye nasıl gidilir. Mesela Karlskrona'dan başka bir ülkeye gitmenin ilk şartı, önce başka bir ülkeye gitmektir :) Yani direk uçuş yok burdan, En yakın Ronneby havalanından sadece Stockholm'e gidebilirsin,Stockholm'den tabiki istediğin heryere... ama onun yerine genelde tercih edilen Kopenhag'a ya da biraz daha yakın Malmö'ye trenle gidip ordan gitmektir.

Rynair, Wizzair, Easyjet gibi ucuz havayolları genelde kurtarıcıdır, hatta Avrupa'da yaşasam İtalya'da bi ev alırdım yazlık niyetine, uçuşlar erken karar verdiğinde 5€, 8€, 10€.  Ben Göteborg'tan Paris'e biletimi 15€'ya aldım mesela.

Ucuz diye mi, insanların çok mu yaşamışlıkları var bilmiyorum ama Rynair deyince hemen bi korkuyolar, Kışın kalkmaz rötar yapar, kanatları donar, hem onlar charter uçak diye diye korkutmaya başlıyolar sizi. Banada bunlar söylendi tabiki.
Ama yinede 15€'ya Paris pek kaçırılcak fırsat değildi. Gerçi sonra aldığım biletlerde, hatta son dakika yaptığım check inlerde bile koltuk numarası vermediklerinde bi için için "hadi bakalım, dolmuş gibi bişey heralde" dedim se de korkma, değilmiş.

Hiç de öle küçük müçük değil 150-200 kişilik uçaklar, koltuk numaran yok ama  tabiki ayakta kalmıyosun:) ve kimse koşa koşa binmiyo bi metrobüs havasıda yok gayet neresi boşsa oturuyosun ve ben Göteborg'tan Paris'e, Paris'ten Barcelona'ya ordanda Stockholm'e Rynair ile gittim. Hepsindede cam kenarında oturdum hatta baktım arkamdaki bebeler vızıldıyo kalktım başka cam kenarına oturdum yani aslında böylesi daha iyiymiş, like!

Ama neden ucuz olduğunu da anladım sanırım, çünkü hava alanları şehirlere çok uzak. Hatta bazı şehirlerde kendi hava alanını kurup oraya indiği için fiyatlar bu kadar ucuz. Sadece Barcelona'daki El Part hava alanı merkezdeydi onun dışındakilerde ayrıca merkeze ulaşmak için uçakla geldiğin kadar yol gidiyosun ve uçağa verdiğin kadar da ona para veriyosun.
Hemen bi örnek;
Göteborg -Paris (BVA) arası uçakla iki saat, fiyat: 15€
Paris hava alanından merkeze ulaşmak airbuslarla iki saat (77km) fiyat 15€ ama Paris'te olmak paha biçilemez:) -tabi bu başka yazının konusu-

Rynair'in diğer ucuz olma sebebi: Bagaj konusu.
Bu fiyatlar yanına sadece el bagajı aldığında geçerli, benimde zaten küçük bi çantam olduğuna göre benim için sorun yok ama tabiki bileti alırken bagaj seçeneği var onu seçersen biraz daha artıyorfiyat o kadar, serbest olan el bagajının ölçüleri 55x40x20 olmalı, ,kamera çantası bile olsa ikinci bir çantayla giremiyosun, hepsi bu çantanın içinde olcak şekilde sadece bir çantayla uçağa binebiliyosun.

Ben ölçüler konusunu netleştirememişim aslında, baya büyük çantalı insanlarda girdi uçağa onlarla, gerçi ben kamera çantam omzumda asılı da girdim ama normalde aklınızda bulunsun eğer el bagajı şartlarına uymazsanız 40€ cezası varmış.

Kısaca bu bir Rynair reklamıdır. Rynair ile hiç bir aksilik yaşamadım Paris'ten Barcelona'ya gidişimizi saymazsak! önce 2 saat rötar yaptı sonrada uçak kalkmadı o kadar :) hava o kadar sisliydi ki hava alanından hiçbir uçak kalkamadı aslında, bizde önce Paris'ten iki saat uzak olan Lille şehrine gittik ordan Barcelonaya geçtik, böylelikle 2 saatte gideceğimiz Barcelonaya nerdeyse 6 saatte gitmiş olduk, tabi bir koca Barselona günü de böylelikle havada geçmiş oldu.

Şimdi yeni bi tur programı yapıyouz ve ben tabiki ilk olarak Rynair'e bakıyorum,hmm sizde check-in inizi yapmayı ve havaalanına giderken çıktılarınızı almayı unutmayın! havalarda görüşürüz.

21 Kasım 2011 Pazartesi

ama niye gidiyorum bi sor?

En çok "partilere gitmem ben yaa" diyenden kork

Önceki yazılarımda, gelmeden önce, geldikten az sonra ki yazdıklarımda tekrarlayıp durdum bunu, hatta gelmeden önce burdaki arkadaşların "her haftasonu biyerlere gidilir burda, ona göre de bişeyler al yanına" demelerine kıskıs gülerek, "yaa ne partisi yaaa, olur a nobel ödülü gibi bişeye katılırım" diyerek en efendi party kıyafetimi getirmişim, şimdi o elbiseme bakıyorum, kendisi leoparlı, omuzları pullu.. birileri evlenirse giyerim artık. zaten kısa bi süre önce de kendimi anneme "annee ya benim şu elbisem varya hani eteği şöleydi onu getirir misin" derken bulmuştum. Kısaca insanoğlu evrim geçire geçire bitmiyor evrilmesi, heryere uyum sağlıyor.

Evrildim valla bak, Tamam bahane yaratmıyorum, evet o partilere gidiyorum ama niye gidiyorum bi sor? 
Yapacak daha iyi bişey olmadığı için.

Zaten bu blog bunun için değil miydi, yaş 27'de yeniden okumaya karar vermiş, Yaris'ini satan özge'nin öyküsü değil miydi, alın işte size gelişme bölümü.

Şimdi zaten yeni dönmüşüm gezmekten, her gittiğim şehirde "ah yaa keşke burda okusaymışım, her dakika canlı, canın sıkılırsa çık dışarı, bi iki sokak müzisyeni dinle gel" dedim sonra bi kızla tanıştım Barselona'da okuyan, "ne kadar şanslısın" dedim , o da demesin mi "bende İsveç'e gelmeye çalışıyorum, burası bakma böyle dışardan güzel, ekonomisi çökmüş durumda", tabi bu benim içimi rahatlattı mı, hayır! bana ne dünya ekonomisinden, ben mi kurtarıcam dünyayı, benim parayla ilişkim burda muz, elma almaktan ibaret bi de barlara giriş ücretli işte o kadar.

Kısaca burada bi süre dirensen de, sonra haftasonu gelse de bi eğlensek demeye başlıyosun çünkü sen de İsveçlilere ayak uydurmak zorunda kaldığın için haftaiçi 22.00'dan sonra son otobüsle evine dönmezsen dondurucu soğukta yürümek zorunda kalıyosun ve bir tek haftaonları eğleniyosun.

İşin daha da komik kısmı, kaçacak yerin yok, ben ilk başlarda bi iki denedim ama imkan yok tek girdiğin yerde 10 dakika içinde 10 tanıdıkla karşılaşıp, çıkarken 30 kişi aynı otobüsle eve dönüyosun. Otobüs gece 03.20 de sakın kaçırma, zaten erken çıkmak istersen de olmaz 3'e kadar eğlenmek zorundasın! İstanbul'da ki yaşantını unut, burası başka bi dünya ve ayak uyduracaksın. İnsanoğlu buraya geldin, eğlenmek zorundasın!

Teknik nedenlerden dolayı kapalıyız.




Tam da o kadar gezmiştim, Göteborg'tan başlayıp, Paris'e, ordan Barcelona'ya ordan Stockholm'e ve sonunda Karlskrona'ya dönmüştüm ki, tam da hepsini ayrıntılı ayrıntılı anlatacaktım ki, tam bi Erasmusluya yakışır yorumlar yapacaktım ki, hevesim kursağımda kaldı. Fotoğraf makinalarımı hava alanında unuttum!

Ne ilgisi var dersen, çok ilgisi var, bi kere moralim bozuldu, canım sıkıldı, keyfim kaçtı, yazı hayatım bitti, hatta bunu anladığım an, resmen hayattan soğudum. Abartmıyorum valla bak. Koca bi çanta, içinde koca bi fotoğraf makinası, daha da koca bir zoom, çantanın ön gözünde dijital makina, arka cebinde mp3 çalar, nasıl bi çantaysa hayatmın tüm teknolojisini bir anda kaybettim.

Sonra dedim ki kendi kendime, İsveç'teyiz Özge. Yarın havalanını aradığında onlardadır.Barcelona, Paris, İstanbul yada herhangi bi şehirde biraz imkansız gibi bişey bu, oracıkta parçalar, dört ayrı kişiye satarlar içindekileri ama burası İsveç, herkesin zengin, kibar, duyarlı olduğu ülke. Bulan kişi hemen götürmüştür, kayıp eşya bürosuna vermiştir? vermiştir di mi? evet vermiştir. diye diye sabahı zor ettim (aslında tabiki zor etmedim, kafamı yastığa koyduğumda uyumamla ünlüyüm, ama böyle söyleyince daha bi anlamlı oluyo yazı)

İsveç'in her iş alanındaki gibi bunda da bikaç saat çalışan kayıp eşya bürosunu 12-16 arasında yakalayıp sordum, biraz daha ayrıntı verirmisiniz, başka başka neler vardı? dedikten sonra işte beklediğim cevap! "evet, makinanız bizde" canlarım benim, seviorum seni isveç, ama burası güvenilir diye herşeyimi orda burda bırakmaya o kadar alıştım ki İstanbul'a dönünce gasplardan gasp beğenicem :)

Kısaca fotoğraf makinamı adresime bile gönderiyorlar,keyfim daha yeni yerine geldi, makinam da bana ulaşınca bende ayrıntılı yazılar yazıcam, coming soon

3 Kasım 2011 Perşembe

Kopenhag'a gitmelisiniz, o kanaldan geçmelisiniz

30- 31 ekim 2011... Ben planı yaparken kara kış olur diye düşünüyodum ama hala yağmur yok, kar yok, çamur yok hatta huzur var kuzeyde.

İki ay oldu İsveç'e geleli, hep nasıl olsa yolum düşer Kopenhag'a diye çok da aklım kalmamıştı ama ama ama o güzel havalarda burayı nasıl kaçırmışım ben.

Görülmesi gereken şehirler arasında Kopenhag var mıdır? ben mi görmedim, hiç listeye almadım bilmiyorum ama Kopenhag da bence o listede olmalı.buraya gitmelisiniz o kanalı geçmelisiniz! Sislide olsa, pusluda olsa bayıldım Kopenhag'a. Kanalıyla Amsterdam ile yarışabilir hatta, eğer tanıtım ile ilgili bi sorunu varsa bu işe el atmayı düşünüyorum:)

Tabi bi Roma gibi gez gez bitmeyen bir şehir değil, iki gün gayet yetiyo ama Kopenhag'tan heryere tren ya da uçak bulabileceğinizi düşünürsek burayı transit geçmeden önce mutlaka vakit ayırmalısınız.
Karlskrona'dan Kopenhag'a 3saat 29 dakikada trenle gidilir, trende çoluk çocuk, çocuklariyla adam asmaca oynayan neşeli isveçli anne babalardan uzaklaşmak için "quiet area"ya geçip kafanızı dinleyebilirsiniz.

Kopenhag'a indigimde aksam olmuştu bile, gerci artik burda havalarin 5te karardigini düşünürsek, benim kendime gelmemle aksam olmuş oluyo artik burda.

Ilk izlenimim "burasi ne kadar kalabalik" oldu. Istanbul'dan sonra 35.000 nufuslu Karlskrona`ya yerlesip, sakinligine alişana kadar iki ay geçmişti ki şimdi de bi anda kalabaliktan başım döndü, sanırım sakinligi sevdim ben, bu iyi mi kötu mu karar veremedim çünkü Kopenhag`ta bir anda kendimi bağırıp çağıranlara, laf atanlara sert sert bakarken buldum. Ama bilin bakalım koca şehirde birbirlerini ite kaka şakalaşan, küfürler eden ve laf atanlar ne`ce konuşuyordu:) Evet üzgünüm yine Türkçe. 

Kopenhagta da farkettim ki, Avrupanin her sehrinin bir ortak özelligi var, her yerde Türklerle karşılasıyorsunuz, o kadar çokuz ki, heryerde heryerde, sanirim bu gidişle 100 yil sonra yine bi imparatolukla dünyayı ele geçiricez, daha adımımı atar atmaz zaten Tarkan şarkıları karşıladı beni, bi anda kalabalık, karanlık, ışıl ışıl ara sokaklarda, her köşe başındaki sokak muzisyenleriyle kendimi Taksimde yürüyomuş gibi hissettim ve ilk defa farkettim ki İstanbul'u çok özlemişim.

Kopenhag'ın diğer kuzey ülkelerinden farkını buldum; sarhoşların, delilerin  ellerinde içki şişeleriyle sokaklarda gezmesi ve diğer şehirlerde hissedilen o sonsuz guvenin yerini burda tedirginliğe bırakması. Mesela Karlskrona'da gecenin 3'ünde eve dönerken yolda yürürken hatta ormandan geçerken bile tek korkun ya karşıma geyik çıkarsa olduğu icin, iki ay sonra ilk defa çantamı sıkı sıkı tuttum burda.

Otelimiz Copenhagen Central Station'a cok yakın, zaten çok büyük bir sehir olmadigi icin istedigimiz heryere rahatlikla gidebiliyoruz, aklınızda bulunsun havalanından buraya her 25 dakikada bir tren var ve 17 dakika sürüyor. İnsanlar bazı şeylere kaç günde alışıyorlar bilmiyorum, her şeye 41 günde alışabildigimiz ile ilgili bir kitap okumustum gerci ama ben burda bildiğin dakik oldum! Döndüğümde de gıcık bi kız olmaktan ölesiye korkuyorum, çünkü sürekli burda kendimi saat 14.38 de şu trene binersek bir sonraki 15.13 otobüsü cok uygun derken buluyorum ve spontone özge´den uzaklastigim icin kendimden korkuyorum ama burda hersey saatli ve o dakika orda olmazsan o otobus seninle yada sensiz yoluna devam ettigi için ve bir sonraki otobus bazen 1 saat sonra geldiği icin istanbul'da ki gibi "nolcaaaak ya elbet bişekilde gideriz" diymiyorum huh íçimi rahatlattım devam edebilirim çünkü bu yazının tam 17 dakika sonra bitmesi gerekir ki dersime girebileyim :)

Kopenhag'ı baştan sonra gezebilmenin en iyi yolu yaz kış calışan Nyhavn´dan başlayan kanal turlarına katılmaktır, tavsiyem sadece bu hatta, çünkü her durakta inebilir 25 dakikada bir geçen sonraki bir bota binip tura devam edebilirsiniz ve buna sabah 10da başlayıp öglen 4´e kadar yapabilirsiniz, zaten o arada da en önemli yerlerde durduklari icin bütün önemli yerleri görebilirsiniz, ertesi günü de müzelere ayirdiginiz zaman alın size super iki günlük Kopenhag turu.

En etkilendigim yerlerden bahsetsem yeter,

1- Christiana: Dünyanın tek anarşist mahallesi

Gitmeden önce hakkında çok şey okumuştum ama pek resim bulamamıştım, çünkü mahallede fotoğraf çekmek yasak ve gidince neden hiç kimsenin o yasağı delemediğini çok iyi anladım. Korku! Bi anda esrarın ortada satıldığı, zencilerin, içi geçmişlerin hatta dışı bile geçmişlerin tezgahlar kurduğu, fonda reggae müziğinin çaldığı, köpeklerin bile kafasının bi dünya olduğu bi mahalle düşünün, sadece girişinden bi fotoğraf çekmiştim mahalle içeri girdikçe güzelleşiyor ama tiplerde gittikçe ilginçleştiği için o kapıdan girerkenki cesaretimi kaybettim çünkü daha kapısında kuralları asılı.
Burada 3 kural geçerlidir.
1-Koşma
2-Fotoğraf çekme
3-Eğlenmene bak
bende makinamı cebime koyarak sakin sakin yürüyorum çünkü resmen korkuyorum.

Ama acayip etkiledi burası beni, kendi dünyalarını yaşayan, Avrupa Birliğini kabul etmeyen, anarşist bi dünya burası zaten mahalleden ayrılırkende "şuan Avrupa Birliğine giriyorsunuz." yazılı bir tabelayla uğurluyor sizi.

Mahalle 2.Dünya savaşında işbirlikçilerin idam edildiği bir araziyken 1971 yılında askeri depo olarak kullanılıyor daha sonra da J.Ludvigsen adında bir hippinin manifestosuyla başlayıp bugünkü haline geliyor. 1970li yıllarda sanatçıların, bohemlerin yaşadığı bir yermiş burası o yüzden de heryerde sanat eserleri var, binaların üzeri resimler, rengarenk grafitiler, tenekelerden, camlardan heykeller var. O dönem sanatçılar kendi sebzelerini yetiştirip, kendi çaldıkları barlarda eğlenip kendilerine bi dünya yaratmışlar burda ama daha sonra uyuşturucu, mafya, hükümet ve polis işin içine girmiş ve mahallenin asıl sakinleri burayı terketmişler ve burası uyuşturucunun serbest satıldığı, mafyanın arkasında olduğu, polisin karışamadığı hatta medyanında bu başkaldırıyı desteklediği bir mahalle olmuş, ne zamana kadar böyle devam eder bilmiyorum ama Danimarka'dan apayrı bir dünya olduğu kesin.

2-Rosenborg Kalesi ve Kral'ın bahçesi

Kral IV. Christian'ın ölene kadar yaşadığı Rosenborg Kalesi kendisi çok ihtişamlı olmasa da bahçesi kocamaaaan ve o kadar romantik ki sırf bahçesinde gezmeye ve şuan içinde sergilenen kralın eşyalarını görmeye gidilir buraya, Kralın ve kraliçenin taçlarının, takılarının karşısında uzun süre bakakaldım,  kralın tacı! allahıım bu ne! sanırım her gören o cama yapışıyo benim gibi, insanlardan korkmuşlar, içeri el çantası sokmak bile yasak bu müzede.



3-Church of Our Saviour (Vor Frelsers Kirke) ve kulesi


Baş melekler Mikael, Jeremiel, Kerub, Uriel, Gabriel, Raphael'in heykelleriyle koruyucu, huzurlu, kuzey Avrupa'nın en büyük çanının olduğu kilise ve 400 basamaklı kulesiyle görülmesi gereken kilise.






O 400 basamağı çıkıp en tepesinde bana bi ışık indi, huzur buldum, gözlerim karardı hmm sanırım yoruldum :)

Bunlar top 3 listemdi, deniz kızı cüce The Little Mermaid, en uzun yaya yolu Stroget caddesi, Christianborg kalesi ve diğer müzeleriyle Kopenhag bundan sonra bana gelen misafirlerle ilk buluşma yerim oldun sen.