3 Kasım 2011 Perşembe

Kopenhag'a gitmelisiniz, o kanaldan geçmelisiniz

30- 31 ekim 2011... Ben planı yaparken kara kış olur diye düşünüyodum ama hala yağmur yok, kar yok, çamur yok hatta huzur var kuzeyde.

İki ay oldu İsveç'e geleli, hep nasıl olsa yolum düşer Kopenhag'a diye çok da aklım kalmamıştı ama ama ama o güzel havalarda burayı nasıl kaçırmışım ben.

Görülmesi gereken şehirler arasında Kopenhag var mıdır? ben mi görmedim, hiç listeye almadım bilmiyorum ama Kopenhag da bence o listede olmalı.buraya gitmelisiniz o kanalı geçmelisiniz! Sislide olsa, pusluda olsa bayıldım Kopenhag'a. Kanalıyla Amsterdam ile yarışabilir hatta, eğer tanıtım ile ilgili bi sorunu varsa bu işe el atmayı düşünüyorum:)

Tabi bi Roma gibi gez gez bitmeyen bir şehir değil, iki gün gayet yetiyo ama Kopenhag'tan heryere tren ya da uçak bulabileceğinizi düşünürsek burayı transit geçmeden önce mutlaka vakit ayırmalısınız.
Karlskrona'dan Kopenhag'a 3saat 29 dakikada trenle gidilir, trende çoluk çocuk, çocuklariyla adam asmaca oynayan neşeli isveçli anne babalardan uzaklaşmak için "quiet area"ya geçip kafanızı dinleyebilirsiniz.

Kopenhag'a indigimde aksam olmuştu bile, gerci artik burda havalarin 5te karardigini düşünürsek, benim kendime gelmemle aksam olmuş oluyo artik burda.

Ilk izlenimim "burasi ne kadar kalabalik" oldu. Istanbul'dan sonra 35.000 nufuslu Karlskrona`ya yerlesip, sakinligine alişana kadar iki ay geçmişti ki şimdi de bi anda kalabaliktan başım döndü, sanırım sakinligi sevdim ben, bu iyi mi kötu mu karar veremedim çünkü Kopenhag`ta bir anda kendimi bağırıp çağıranlara, laf atanlara sert sert bakarken buldum. Ama bilin bakalım koca şehirde birbirlerini ite kaka şakalaşan, küfürler eden ve laf atanlar ne`ce konuşuyordu:) Evet üzgünüm yine Türkçe. 

Kopenhagta da farkettim ki, Avrupanin her sehrinin bir ortak özelligi var, her yerde Türklerle karşılasıyorsunuz, o kadar çokuz ki, heryerde heryerde, sanirim bu gidişle 100 yil sonra yine bi imparatolukla dünyayı ele geçiricez, daha adımımı atar atmaz zaten Tarkan şarkıları karşıladı beni, bi anda kalabalık, karanlık, ışıl ışıl ara sokaklarda, her köşe başındaki sokak muzisyenleriyle kendimi Taksimde yürüyomuş gibi hissettim ve ilk defa farkettim ki İstanbul'u çok özlemişim.

Kopenhag'ın diğer kuzey ülkelerinden farkını buldum; sarhoşların, delilerin  ellerinde içki şişeleriyle sokaklarda gezmesi ve diğer şehirlerde hissedilen o sonsuz guvenin yerini burda tedirginliğe bırakması. Mesela Karlskrona'da gecenin 3'ünde eve dönerken yolda yürürken hatta ormandan geçerken bile tek korkun ya karşıma geyik çıkarsa olduğu icin, iki ay sonra ilk defa çantamı sıkı sıkı tuttum burda.

Otelimiz Copenhagen Central Station'a cok yakın, zaten çok büyük bir sehir olmadigi icin istedigimiz heryere rahatlikla gidebiliyoruz, aklınızda bulunsun havalanından buraya her 25 dakikada bir tren var ve 17 dakika sürüyor. İnsanlar bazı şeylere kaç günde alışıyorlar bilmiyorum, her şeye 41 günde alışabildigimiz ile ilgili bir kitap okumustum gerci ama ben burda bildiğin dakik oldum! Döndüğümde de gıcık bi kız olmaktan ölesiye korkuyorum, çünkü sürekli burda kendimi saat 14.38 de şu trene binersek bir sonraki 15.13 otobüsü cok uygun derken buluyorum ve spontone özge´den uzaklastigim icin kendimden korkuyorum ama burda hersey saatli ve o dakika orda olmazsan o otobus seninle yada sensiz yoluna devam ettigi için ve bir sonraki otobus bazen 1 saat sonra geldiği icin istanbul'da ki gibi "nolcaaaak ya elbet bişekilde gideriz" diymiyorum huh íçimi rahatlattım devam edebilirim çünkü bu yazının tam 17 dakika sonra bitmesi gerekir ki dersime girebileyim :)

Kopenhag'ı baştan sonra gezebilmenin en iyi yolu yaz kış calışan Nyhavn´dan başlayan kanal turlarına katılmaktır, tavsiyem sadece bu hatta, çünkü her durakta inebilir 25 dakikada bir geçen sonraki bir bota binip tura devam edebilirsiniz ve buna sabah 10da başlayıp öglen 4´e kadar yapabilirsiniz, zaten o arada da en önemli yerlerde durduklari icin bütün önemli yerleri görebilirsiniz, ertesi günü de müzelere ayirdiginiz zaman alın size super iki günlük Kopenhag turu.

En etkilendigim yerlerden bahsetsem yeter,

1- Christiana: Dünyanın tek anarşist mahallesi

Gitmeden önce hakkında çok şey okumuştum ama pek resim bulamamıştım, çünkü mahallede fotoğraf çekmek yasak ve gidince neden hiç kimsenin o yasağı delemediğini çok iyi anladım. Korku! Bi anda esrarın ortada satıldığı, zencilerin, içi geçmişlerin hatta dışı bile geçmişlerin tezgahlar kurduğu, fonda reggae müziğinin çaldığı, köpeklerin bile kafasının bi dünya olduğu bi mahalle düşünün, sadece girişinden bi fotoğraf çekmiştim mahalle içeri girdikçe güzelleşiyor ama tiplerde gittikçe ilginçleştiği için o kapıdan girerkenki cesaretimi kaybettim çünkü daha kapısında kuralları asılı.
Burada 3 kural geçerlidir.
1-Koşma
2-Fotoğraf çekme
3-Eğlenmene bak
bende makinamı cebime koyarak sakin sakin yürüyorum çünkü resmen korkuyorum.

Ama acayip etkiledi burası beni, kendi dünyalarını yaşayan, Avrupa Birliğini kabul etmeyen, anarşist bi dünya burası zaten mahalleden ayrılırkende "şuan Avrupa Birliğine giriyorsunuz." yazılı bir tabelayla uğurluyor sizi.

Mahalle 2.Dünya savaşında işbirlikçilerin idam edildiği bir araziyken 1971 yılında askeri depo olarak kullanılıyor daha sonra da J.Ludvigsen adında bir hippinin manifestosuyla başlayıp bugünkü haline geliyor. 1970li yıllarda sanatçıların, bohemlerin yaşadığı bir yermiş burası o yüzden de heryerde sanat eserleri var, binaların üzeri resimler, rengarenk grafitiler, tenekelerden, camlardan heykeller var. O dönem sanatçılar kendi sebzelerini yetiştirip, kendi çaldıkları barlarda eğlenip kendilerine bi dünya yaratmışlar burda ama daha sonra uyuşturucu, mafya, hükümet ve polis işin içine girmiş ve mahallenin asıl sakinleri burayı terketmişler ve burası uyuşturucunun serbest satıldığı, mafyanın arkasında olduğu, polisin karışamadığı hatta medyanında bu başkaldırıyı desteklediği bir mahalle olmuş, ne zamana kadar böyle devam eder bilmiyorum ama Danimarka'dan apayrı bir dünya olduğu kesin.

2-Rosenborg Kalesi ve Kral'ın bahçesi

Kral IV. Christian'ın ölene kadar yaşadığı Rosenborg Kalesi kendisi çok ihtişamlı olmasa da bahçesi kocamaaaan ve o kadar romantik ki sırf bahçesinde gezmeye ve şuan içinde sergilenen kralın eşyalarını görmeye gidilir buraya, Kralın ve kraliçenin taçlarının, takılarının karşısında uzun süre bakakaldım,  kralın tacı! allahıım bu ne! sanırım her gören o cama yapışıyo benim gibi, insanlardan korkmuşlar, içeri el çantası sokmak bile yasak bu müzede.



3-Church of Our Saviour (Vor Frelsers Kirke) ve kulesi


Baş melekler Mikael, Jeremiel, Kerub, Uriel, Gabriel, Raphael'in heykelleriyle koruyucu, huzurlu, kuzey Avrupa'nın en büyük çanının olduğu kilise ve 400 basamaklı kulesiyle görülmesi gereken kilise.






O 400 basamağı çıkıp en tepesinde bana bi ışık indi, huzur buldum, gözlerim karardı hmm sanırım yoruldum :)

Bunlar top 3 listemdi, deniz kızı cüce The Little Mermaid, en uzun yaya yolu Stroget caddesi, Christianborg kalesi ve diğer müzeleriyle Kopenhag bundan sonra bana gelen misafirlerle ilk buluşma yerim oldun sen.



3 yorum:

  1. Dakik olma özelligini çok sevdim, kimse buluşmazsa seninle ben bulu§urum:) kanal gerçekten güzelmis içinde kanal ya da nehir olan tüm şehirler görülmeli sanki bu arada daha çok gez daha çok yaz!

    YanıtlaSil
  2. bende seninle buluşurum tam bana göresin dakik :)

    YanıtlaSil
  3. hadiii sıradaki gelsinn barcelonaaaaa

    YanıtlaSil