17 Eylül 2011 Cumartesi

Blekinge Technology of Institute dedikleri

BTH çok güzel bi okul, o kadar ince detaylar var ki insanı okula bağlayan, bende okul yapsam tam da onları yapardım içine diyorum bazen.
Mesela kütüphanesi rengarenk, insanın çalışası gelir mi ya? ders çıkışlarında bi uğruyosun zaten o kadar çok koridorla, köprüyle kütüphaneye bağlanıyo ki okul, ister istemez yolun kütüphaneden geçiyor. Kütüphane birkaç bölümden oluşuyor, birinci katta kitaplar var, her köşe başında da bilgisayarlar. Ve benim okulumla yani Yıldız Teknikle ilk farkı buldum bile, bilgisayar. İnternetsiz hiçbir işin halledilemediği günümüzde, Yıldızda sadece kütüphanenin girişinde ki bilgisayarları kullanabiliyorsun onda da hangi rafta ne var ona bakmak için, aradığın kitap orda yoksa zaten araştırma falan da yapamazsın, ordan kalkıcaksın, bilgisayar laboratuarına gidiceksin, orda sıra bekleyip sıran gelince giriceksin, o sırada da zaten  çalışma aşkın da gitmiş olduğu için muhtemelen sırada karşılaştığın arkadaşlarında orta bahçeye çay içmeye gidiceksin.

Burda tabiki Her yerde bilgisayar var, istersen ayakta bakıyosun, istersen oturarak bakıyosun, istersen masa başında bilgisayar seçiyosun istersen de sessiz kapalı odalarda izole oluyosun.

Tartışma odaları var ve her oda da prejektorlerle duvara yansıtıp sunumlarını hazırlayabiliyorsun ya da arkadaşları ders çalışırken vardır ya onların yanındaki tembel arkadaşları, hem onlardan kopmak istemeyen ama aynı zamanda ders de çalışmak istemeyenler için yaratıldığını düşündüğüm yuvarlak çemberlerin içinde dinlenme yerleri var, bunun resmini koymadan sanırım anlatamam. Heh işte bu. Resimde de örnek olarak verdiğim tembel çocuğu görüyoruz.

Gerçi burada tembel olacaklarına inanmıyorum ben, nasıl eğitiliyolarsa anlamadım, zaten bunu anlamak için baya geç geldim buraya, ilkokulda falan erasmusla gelmem gerekiyomuş onlar gibi olabilmem için. Mesela bugün derste her derste olduğu gibi sunumun ortasında bi slayt çıktı “3 minutes Brain Storm with neighbour” ve hoca hadi arkadaşlar yanınızdaki arkadaşlarınızla beyin fırtınası yapın dedi.  Tamam anladım arkadaşımızla tartışıcaz ama karşımdaki Türk değil ki baya ciddiye alıyo olayı, benim onların bu görev aşkıyla tam 180 saniye beyin fırtınası yapmalarına gülesim geliyo ama onlar ben şapşal şapşal sırıtınca daha bitmedi ki gülüyosun bakışı atıyolar bana ve bende ciddileşip hemen beynimi çalıştırıyorum. Gerçi onların beyni alışık “Brain Storm” deyince başlıyo beyin çalışmaya ben bi müddet durucam bi beynimi ısıtıcam falan yoksa ben istemezmiyim canım sizle 3 dakika boyunca tartışayım.  Kısaca eğitim şart.




Ve kütüphanenin yatılan kısmı,en çok orayı sevdim ben, rengarenk puflarıyla apayrı bi köşe, ve insanlar gerçekten de uyumak için kullanıyolar orayı, dinlenip kalkıp yeniden çalışıyolar heralde.
Yemekhanesi, manzarası, ferahlığı ve herkesi bir arada tutup nasıl bi tasarım yaptılarsa kimsenin birbirinden rahatsız olmadığı, Her şeyin senin yerine düşünüldüğü bi kütüphane burası. Tamam tamam abartmaya gerek yok sonuçta kütüphane işte, buraya geldiğimden beri sürekli çalıştığımı ve kütüphaneden çıkmadığımı söylemiştim , Stockholm sendromu dedikleri bu işte,resmen oraya alıştım oraya  gitmeden günüm geçmez oldu.



Bugün okulun Matematik binasından geçtim koridorlarda masalar var ve masaların üstü cam, yanlarda tahta kalemleriyle masanın üzerindeki Sudokuları ve anlamadığım diğer bulmacaları çözüp sonra da siliyolar öğrenciler. Sürekli bir beyin fırtınası olmaz ki bari öğle arasında bi durun sohbet edin dimi, karşılıklı oturup XOX oynuyolar ciddi ciddi. Sonra da bizden komedyenler çıkıyo tabi , onlardan bilim adamları. (Yazar burada bilim adamlarımızdan özür diler.)
Bide Sınıfları birbirinden duvarlar ayırmıyo burda, arada kapılar ve kapılarda da camlar var,senin dersin bitiyo yan sınıfa bakıosun orası müsaitse mesela çizim ortamı varsa giriyosun ordaki derse katılabiliyosun.
 Yıldız Teknik’in bir eksiği daha işte, koridorlar. Burda koridorlar canlı, toplanma yerleri, masalar, uzun sandalyeli yüksek masalar ve de mutfak. Mutfakta her şey var ben ilk geldiğimde herkesin kendi bardağı tabağı sandım ama öyle değilmiş, alıyosun içiyosun sonra yıkayıp bırakıyosun, mikrodalgalar var fırınlar var sonra da beraber yiyosun işte.
Ve dersler. Ders sistematiği o kadar farklı ki bizden, Bu dönem dört ders seçtim ben, hepsi bir gün olsa bir gün de bana kalır dimi? yok, burda bir ders bir ay boyunca işleniyormuş. Nasıl ya? Hergün geliyosun ama aynı dersin devamını görüyosun ve bir ay sonunda sınavıyla araştırmasıyla raporuyla o bitiyo ve yeni bir derse başlıyosun. Bunu çok sevdim ben ya, bölük bölük bölüneceğine her hoca bu ders için giriyo ve dersin bir bölümünü anlatıyor. Sistem süper, Mesela ilk dersin içeriğini anlatayım, “European Spatial Planning” önce sana konuyla ilgili kelimeler ve de tek kullanımlık fotograf makinası veriyolar ve tabiki yine grup halinde Karlskronayı gezip o kelimeler sana ne çağrıştıyosa onların fotografını çekiyosun 19 kelime 25 poz hakkın var, ilk hafta böyle geçiyo zaten o ilk gün verdikleri o kelimelerle tam bir ayın geçiyo, bir gazeteci geliyo, başka üniversiteden hocalar geliyo, kendi hocaların geliyo ve hep bu konular konuşuluyor. Avrupa ve planlama. Zaten grup çalışması, seminer, rapor teslimi derken verdikleri koca sayfa kaynak listesinin de aslında hepsini okuduğunu anlıyosun. Sistem budur. Özümseye özümseye, her derse ayrı ayrı girip, hepsinin sınavının tesliminin çakıştığı bir sistem değil. Nerden başlasak değiştirmeye, ilkokul iyi mi?

3 yorum:

  1. Merhabalar,
    İsveç BTHerasmusa gitmeyi düşünüyorum,
    Siz orada nerde kaldınız, ordaki süreyi nasıl geçirdiniz, yardımcı olabilecek bilgiler paylaşabilir misiniz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, mail olarak daha detaylı cevap yazdım sana. Yardımcı olabileceğim konularda bana yeniden yazabilirsin.

      Sil
    2. merhaba ben de bu sene BTH'a gideceğim Erasmus programıyla ,ben de şehir bölge planlama okuyorum .Orada yardımcı olacak bir takım şeyleri benımle de paylaşabilir misiniz?

      Sil